TARIMIN da HAYVANCILIĞIN da RUHUNA EL FATİHA!

TARIMIN da HAYVANCILIĞIN da RUHUNA EL FATİHA!

Çocukluğumda, okulda bize öğretilen şu cümleyi hiç unutmadım:

Dünyada, tarım alanında kendine yeten 7 ülkeden biriyiz!..

Gurur vericiydi… Kendimize yetmek, insanımızı doyurmak bir yana buğdayından pamuğuna dünyaya önemli oranda ihracat da yapıyorduk!.. Küçücük aklımızla “hiç kimse sırtımızı yere getiremez” diye övünür, hindi gibi kabarırdık!..

Aradan uzun yıllar geçti… 12 Eylül darbesinden sonra “tarım devi” Türkiye, giderek tarihe karıştı, en verimli toprakların üzerinde sanki başka yer yokmuş gibi göz alabildiğine beton binalar, fabrikalar, turistik tesisler yükseldi…

Özellikle son 20 yılda ise tarım ve hayvancılık adeta gözden çıkarıldı… Bugün gelinen noktayla ilgili şu veriler, tarımın nasıl bir ihanete uğradığını gayet açık bir şekilde ortaya koymuyor mu:

Türkiye AKP’nin iktidar olduğu 2002’den bu yana yani 20 yılda tarımsal ürünlere yani elin çiftçisine tam 126 milyar dolar ödedik! Bizim çiftçimiz, köylümüz ise giderek yoksullaştı, önemli kısmı ürün ekmekten bile vazgeçti!

Çok değil, çeyrek asır öncesine kadar ihracat yaptığımız bir çok ülkeden bugün tarımsal ürün ve canlı hayvan ithalatı yapıyoruz… Hayvanlara yedirmek için samanı bile ithal ediyoruz, iyi mi!..

Kendimize, vatanımıza, çocuklarımızın geleceğine bundan büyük ihanet olabilir mi acaba!..

Çöküşün başlangıcı!..

Her şey 24 Ocak kararları ve bu kararları teminat altına almak için yapılan 12 Eylül karşı devrimiyle başladı!..

ABD’nin soğuk savaş yıllarındaki efsane Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın tarımla ilgili şu sözlerini anımsayalım önce:

Eğer petrolü kontrol edersen bütün bölgeleri ve kıtaları, gıdayı kontrol edersen bütün insanları kontrol edersin!..

Büyük laf değil mi!.. İşte bu şiarla hareket eden ABD kontrolündeki dış güçlerin bastırmasıyla Türkiye tarımında serbest piyasa uygulamaları devreye sokuldu. Neler mi yapıldı? Önce tarımda korumacılığın kaldırılması ve desteklemenin azaltılması istendi!.. ilk aşamada yerli üreticiyi “terbiye etmek” adına besin ithalatına konan gümrük tarifeleri azaltıldı…

Mesela süt tozu, tereyağı ve peynir gibi süt ürünlerine, hemen ardından da et ve ürünlerine ithalat kapısı açıldı!.. Etin de sütün de peynirin de alasının bulunduğu Türkiye’nin kapıları niçin ardına kadar açılmıştı biliyor musunuz?

Çünkü, ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde tarımsal ve hayvansal ürün stokları aşırı derecede şişmişti de ondan!

İşte bu stokların eritilmesi için Dünya Bankası eliyle bir senaryo yazıldı… Gayet ucuz dış kredi sağlanarak Türkiye gibi ülkelere bol miktarda damızlık sığır satıldı… Türkiye bu süreçte ABD ve AB’den 1 milyon civarında sığır satın aldı. Ancak gerekli teknik ve ekonomik altyapı olmadığından bu sığırların neredeyse yarısı ya öldü ya da kasap bıçağı altına gitti!.. Olan Türkiye’deki hayvan yetiştiricilerine yani Türkiye hayvancılığına oldu!.. Öyle ki, sığır ithal edilen kimi ülkeler, bizim tarım ve hayvancılıktan sorumlu bakana ödül bile verdiler!.. Eee, haklılardı tabii:

Fakir Türk çiftçisi, hayvan üreticisi zengin Batılı çiftçiyi ve tekelci dev kuruluşları kurtarmıştı!..

Üretici kendi toprağında maraba oldu!

Bu iktidarın yönetimi esnasında ise işin iyice cılkı çıktı!..

Mesela bu hükümeti destekleyen “profesör” kılıklı kimileri, “köylülüğün millete yük olduğu” yalanını allayıp pullayarak, dışarda tarımsal ve hayvansal ürünlerin daha ucuz olduğunu anlatarak ithalatın teşvik edilmesini önerdiler. Dünya borsasındaki fiyatların Batı’nın elindeki stokları eritmek için özellikle düşük tutulduğunu ya göremediler ya da aldıkları talimatları yerine getirdiler!..

Korumadan, destekten yoksun, mazot ve diğer girdilerle iyice beli bükülmüş üretici gayet organize bir şekilde dev tarım ve gıda tekellerinin kontrolüne girdi. Bir diğer deyişle üretici olmaktan çıktı, kendi toprağında maraba haline getirildi!..

Tarım çökünce, hayvancılık yerlerde sürünmeye başlayınca iyice yoksullaşan üretici nüfus, büyük kentlere göç etmeye başladı. Yıllar içinde gerçekleşen bu göç ne kadar biliyor musunuz?

15-20 milyon arasında!..

Doğal olarak büyük kentlerde bu nüfusa bulunacak iş yoktu!.. Kentlerin çevresinde yoksulluk ve açlık sınırı altında varoşlar oluştu haliyle…

Ancak bizi yönetenler, bu durumdan ders çıkaracak, üretime dönecek yerde elimizde kalmış verimli ovalara da göz dikti. Geçmiş yıllarda yapılanlara girmeyeceğim; AKP’li Cumhurbaşkanı “dağa taşa bile ürün dikin” yollu konuşmalar yaparken, Samsun Büyükşehir Belediyesi, başka yer yokmuş gibi Bafra Büyükova’da 188 bin metrekarelik alanda “meyve-sebze hali” yapmak için harekete geçti. O alanın en büyük özelliği 1. Sınıf sulu tarıma müsait olması. Yılda üç kez ürün alınabilen son derece değerli toprak yani! Ziraat Mühendisleri Odası Samsun Şubesi ve TEMA vakfı alınan kararı “Cinayet” olarak nitelendirdi ve bu cinayetin durdurulması için yargıya başvurdu. Bir soru da ben sorayım Samsun’un AKP’li belediye başkanına:

Meyve-sebze hali iyi güzel de bu gidişle satılacak ürünü nereden bulacaksınız, inşaat sektöründen mi?!.

https://twitter.com/umit_zileli