TAŞAN BARDAKLAR…
Bu konuyu çok yazdım ama. Gelen okur mektupları “devam” deyince önemli diye yineliyorum. Bir süre önce Van’da bir grup erkek kadınlar adına pankart açıp pembe otobüs istediler ya! Acep diyorum sırada başka ne var rengi pembe olan! Pembe vagon, pembe duble yol, pembe otobüs durağı, pembe okul, pembe hastane, pembe pastane, pembe metro, pembe vapur, hatta açık pembe uçak vb. niye olmasın ki?
Yine acep diyorum kadınları böylesine düşünen, sevdikleri renge kadar dikkate alanlar! Sizin başka işiniz yok mu? Başka derdiniz yok mu? Hani ülkede kıtlığı çekilen iş, aş gibi. Ya da eğitimdeki sorunlar gibi veya kadın cinayetlerine “dur” demek gibi. İntiharlara, saldırılara, tacizlere, savaşlara, göçlere, et ithalatına “hayır” demek gibi, buğday ithalinin 2 milyar dolara yaklaşması gibi mesela...
Adı pembe olan bu cinsiyetçi yaklaşımın diğer adı kız olarak doğduysan erken büyüyeceksin mi demektir? Erkek egemen bakış için erken yol alacaksın mı demektir? Erkek egemenliğine karşı hayata bir sıfır yenik başladın mı demektir? Önce iyi evlat, iyi eş, iyi anne olmak, iyi yemek yapmak, saçı süpürge etmek, konuşurken yere bakmak, yüksek sesle konuşmamak, dişlerini göstererek gülmemek mi demektir? Yoksa evin içine kapan, ilgisizliğe, kabalığa, dayağa, hakarete katlan mı demektir?
Kısaca bunun adı karanlık dehlizlerde kaybolmayı göze alarak, hayalleri çöpe atarak iyi bir anne, sadık bir eş ve sessiz bir kadın olarak ömür tüketmek olmasın sakın!
İyi de sadece ülkemizi değil dünyayı da yöneten büyüklerimiz, erkeklerin yetkilerinin nerelere kadar uzandığını, nerede sınır tanıyacağını, nerede başlayıp nerede sona ereceğini görmüyorlar mı? Yoksa amaç Suudi kadınlara daha yeni verilen stadyumda maç izleme ve araba kullanma özgürlüğünü başımıza kakarak bize gözdağı vermek midir?
Bunca toz duman arasında gözden kaçabilir kaçmasın! Bazı AKP’liler Tayyip Beyi Allah’ın bir lütfu olarak tanımlıyor ya! O da 15 Temmuz darbesini Allah’ın bir lütfu olarak niteliyor ya! Bu arada bazıları da Cumhuriyetimize reklam arası ya da kapatılacak parantez deyip, Büyük Atatürk’ü kâbus olarak görüyorlar ya!
Sıkı durun ve sükûnetinizi bozmayın! Her başları sıkıştığında GAZİ diyerek ona sığınıyorlar. Bilen bilsin, bilmeyen öğrensin. O’nu kabullenmemek zor, sahiden zor! Neden derseniz dünyanın kabul ettiği, dünyada kabul gören bir lideri görmezden gelmek kolay mı? O’nu görmezden gelmek zorlar adamı…
Evet, günümüzde sözün, mantığın, değerlerin pek bi kıymeti yok. Oyunun kuralları ortada, yürürlüğe sokulan kanunlar ortalıkta kol gezerken, gücü gücü yetene tepeden bakarken, hukuktu, yasaydı, kanundu savrulurken adaletin yerini bulması hayalken zor da! O’nu görmezden gelmek en zoru olanı…
Boyun damarlarını şişirerek emredici bir tonla konuşanlar, her an haykırarak kürsülerde yer alanlar, parmaklarını burnumuza sallayanlar, karşıt fikir beyan edenlere çok bozulanlar, hakarete varan sözleri çok sevenler! Cumhuriyete ve kurucusuna ait söylenenleri ve yazılanları bir de batılıların gözünden dinleseler deyip Fransa’ya uzanıyorum…
Fransa’da başbakanlık, Meclis başkanlığı, senatörlük, Lyon Belediye Başkanlığı, Radikal Sosyalist Parti Genel Başkanlığı da yapan yazar, bilim adamı ve Fransız Akademisi üyesi olan Edouard Herriot’u köşemde ağırlıyorum!
Tek sözcükle Atatürk’e hayran olan E. Herriot, 1933 yılında İzmir’e geliyor, yanında milletvekilleri, senatörler ve diplomatlar vardır. (Daha sonra “Orient” adlı kitabında bu geziye yer verecektir) Vali Kazım Dirik’e sorar; ”Şu karşıdaki büyük bina askeri kışla mıdır? Vali; “hayır” der, “çocuk kışlası yani okul”. Bu cevabı duyan E. Herriot, Atatürk’ün eğitim atağından ve cumhuriyetin eğitim hamlelerinden çok etkilenir, daha sonra da gazetecilerin sorularını yanıtlarken birkaç kez Türkçe “mektep” der. Ülkesine döndükten sonra Lyon’da iki Türk öğrenciye burs verir.
E. Herriot, Paris’te 1933 yılında Türkiye konulu iki konferans verir. Şunları söyleyecektir konuşmasında; “Atatürk’ten etkilenmem İzmir’e ayak bastığım andan itibaren başladı. Onun halkına aşıladığı gelişme, ilerleme, bağımsızlık aşkı, laiklik, kadınları özgürleştirilmesi, hele de dini baskının hüküm sürdüğü topraklarda bunu hayata geçirmesine hayran kaldım. İki olağanüstü özelliğini vurgulamak isterim. Bunlardan biri tıpkı alev gibi parlayan, ateş gibi yanan vatanseverliği, diğeri ise kusursuz mantık yapısıdır ona hayranlık besleyen sadece ben değilim. Hiçbir devlet adamıyla kıyaslanmayacak kadar büyük ve farklı bir liderdir. Onun gözlerinde, bizlerin tahmin edemeyeceği kadar uzaklara bakışı gördüm. Öyle bir devlet kurmuştur ki o, dünya yıkılsa o yerinde kalacak.”
Not: Bu konu da durup dururken nereden aklıma geldiyse artık! (zaten hiç çıkmıyor, demem mi gerekirdi?)