TEK SANİYE BİLE İNANMADIM!..

TEK SANİYE BİLE İNANMADIM!..

Evet çok küstahçaydı…

Rezalet, kepazelik sözcükleri bile az kalırdı yanında… 10 ülkenin büyükelçisinin adeta “sömürge valisi” edasıyla bir araya gelip adeta ültimatom vermesi, o ülkenin egemenlik haklarına da sonuna kadar tersti!

Yıllardır hapishanede bulunan ve iktidarın “Sorosçu” olarak lanse ettiği Osman Kavala, altında Türkiye’nin de imzasının bulunduğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından hem de epey süre önce “serbest bırakılması” yolunda karar alınmıştı…

İşte hem Nato hem de AB üyesi, ABD, Fransa, Almanya önemli ülkelerin de içinde bulunduğu 10 ülkenin büyükelçileri 18 Ekim’de yayımladıkları bildiri ile Kavala’nın AİHM kararları doğrultusunda vakit geçirmeden serbest bırakılmasını istediler…

Sonra ne oldu peki? Önce büyük tepkiyle karşılandı bu bildiri. Ardından AKP’li Cumhurbaşkanı, Afrika gezisi dönüşünde uçaktaki gazetecilere şöyle bir açıklama yaptı:

Bu elçileri ülkemizde misafir etmeye mecbur değiliz!

Ortalık karıştı tabii; çünkü bu cümlenin anlamı diplomatik dilde “Persona Non Grata” yani “İstenmeyen kişi” anlamına geliyordu! Bunun anlamı ise şayet bu işlem gerçekleşirse şu demek oluyordu:

Bu 10 ülkeyle ilişkileri buzluğa koymak!

Bir tweet işi çözdü!

Bu açıklamaların ertesinde Cumhurbaşkanı iyice sertleşti…

İyice öfkeli bir dilde “Dışişleri Bakanıma talimat verdim” diyerek yapılması gereken işlemi daha da sert bir şekilde tekrarladı:

Bir an önce işlemlerini tamamlayıp ülkelerine gönderilmesini istedim!

Bu arada sizler de benim gibi “Dışişleri Bakanı neredeydi o kriz esnasında?” diye sorabilirsiniz tabii; hiç ortalarda görünmedi!

Bu da bana, ekonomik krizin zirve yaptığı, doların 10 TL sınırına dayandığı günlerde hazine ve Maliye Bakanı neredeydi sorusunu anımsattı, açıkçası! Demek ki bu gibi her krizde “bakan” sıfatlı kişiler ortada görünmeyecek, olay en tepedeki şahıs tarafından yürütülecek diye bir yazılı olmayan kural vardı, ne bileyim!

Neyse, devam edelim; dünya medyasında da bu olay geniş biçimde yer aldı. Mesela Alman medyası “Türkiye’ye kırmızı kart gösterilsin” manşetleriyle çıktı… New York Times, “Böyle bir şeyin olamayacağını” taşıdı sütunlarına… İngiliz Guardian gazetesi “Sonuçları ağır olur” uyarısı yaptı…

Türkiye’de ise siyasetçilerden ekonomistlere yapılan terbiyesizliğin karşılığında böylesine geri dönülmesi zor bir karar yerine alınabilecek başka kararlar da olduğu konusunda görüş birliğine vardı…

Bana gelince; açıkçası böyle bir kararın uygulanabileceğine tek bir saniye olsun inanmadım! Niçin inanmadım peki?

Çünkü, böyle bir kararı uygulayabilmek için hem ekonomik durumunuzun hem siyasi duruşunuzun hem de tutarlılığınızın sağlam olması gerekir de onun için!..

Zaten öyle de oldu. Perde arkasında yapılan pazarlıklar sonrası, ABD, Kanada ve Hollanda, bir tweetle ve aynı sözcüklerle “Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne bağlıyız” açıklaması yaptı. Neydi bu maddenin özü:

-Bir ülkede görev yapan diplomatlar, o ülkenin içişlerine karışamaz.

Böylece kriz aşıldı, herkes mutlu oldu filan! Kimse “Yahu bu adamlar hiçbir şey söylemedi ki, ufaktan da olsa bir özür bile yok” demedi! O zaman biz soralım:

Peki N’oldi?!

Bu içişlerimize ilk karışmaları mı acaba?

Şimdi burada durup bir düşünmek gerek…

Bu kriz, hani o “dış güçler” diye sallayıp durdukları yabancı ülkelerin yaptığı ilk terbiyesizlik mi? Tabii ki hayır! Bırakın daha öncekileri, bağımsız Türk yargısını rencide eden bu türden girişimleri ve sonuçlarını çok yakın geçmişte misliyle yaşadık!

Mesela Rahip Bronson olayını anımsayın… “Bu fani yaşadıkça içerden çıkamaz” dedikleri, Kavala’dan çok daha ağır suçlarla yargılanan Rahip Bronson, ABD Başkanı Trump’ın isteğiyle serbest bırakılıp ABD’ye postalanmadı mı?

Cumhurbaşkanı’nın defalarca en ağır şekilde suçladığı Alman asıllı gazeteci Deniz Yücel, Almanya şansölyesi Merkel’in isteği üzerine özgür kalıp memleketine uçmadı mı?..

Söylenecek çok söz, verilecek çok örnek var ama ben AKP’de başbakanlığa kadar yükselmiş, şimdi partisine bayrak açmış Ahmet Davutoğlu’nun sözleriyle bitirmek istiyorum. Buyrun okuyun, ağlayın:

Madem ‘İstenmeyen adam ilan edeceğiz’ diye hamaset yapıp kendini meydanda alkışlatıyorsun, sonra da 24 saat geçince geri adım atıp ülkeyi ikinci kez rezil etmeyeceksin. Ya yapmayacağın şeyi söylemeyeceksin ya da söylüyorsan yapacaksın!

Bu lafları, Cumhurbaşkanı ile yıllarca omuz omuza çalışmış bir kişi söylüyorsa bize artık söyleyecek söz düşmez… Hani Türk filmlerinde çok duyarız:

Ağanın lafının üstüne laf olmaz!

https://twitter.com/umit_zileli