MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
TERÖRİSTLERİN ÜZERİNDE YA AMERİKAN ÜNİFORMASI OLURSA?
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ dün CNN Türk ekranlarındaydı. Hakan Çelik'in sorularını yanıtlayan Bozdağ Zeytin Dalı Harekatı'nda şimdiye kadar 932 teröristin etkisiz hale getirildiğini belirtirken sonra “Eğer Münbiç'ten bunlar çıkmazsa Münbiç'e gireriz, Fırat'ın doğusuna gireriz” dedi. Hakan Çelik, Bekir Bozdağ'a Mümbiç'ten itibaren PYD'nin yanında Amerikan askerlerinin de olduğunu hatırlatınca Bozdağ “YPG üniformalı ABD askeri de olsa hedeftir” ifadelerini kullandı. İşte kafa karıştıran nokta buradan itibaren başlıyor. Çünkü Bekir Bozdağ artık bilerek mi yoksa bilmeyerek mi onu anlayamadım, Amerikan askerlerinin “PYD üniforması giymesinden” söz etti. Şu ana kadar PYD üniforması giyen Amerikalı var mı bilmiyorum. Dikkatimden kaçmış olabilir. Ancak kollarına Amerikan bayrağı takan PYD'lilerin olduğunu gördük. Hatta Amerikalıların üniformalarından bulup giyen PYD'lilerin olduğunu hatırlıyorum. Ancak asıl konu bu değil elbette. PKK'nın yani Türkiye'nin başındaki en büyük terör örgütünün uzantısı olan PYD-YPG yapılanmasına Amerika açıktan destek veriyor. Bu terörist gruplar silahlandırılıyor. Amerika silah dışında teçhizat ve mühimmat yardımı da yapıyor. AKP Genel Başkanı'nın açıkladığına göre PYD-YPG yapılanmasına bugüne kadar 4 bin 500 TIR dolusu silah verildi. Bu silahlar içinde sadece uçak yok. Onun dışında ne ararsanız var. Sonuçta burnumuzun dibindeki bir terör örgütü tam teçhizatlı bir ordu haline getirilmiş oldu. Doğal olarak buna çok tepkiliyiz. AKP Genel Başkanı aylardır “PYD-YPG yapılanmasına izin vermeyiz. Amerika'nın bunları silahlandırmasına göz yummayız” diyor. Sanki her an bir operasyon yapılacağı imasında bulunuyor. Hatta öyle ki “Sizi de üniformanızla gömmek zorunda kalmayalım” bile dedi. Ancak biliyorsunuz Amerikan tarafı bu çıkışlara hep “Hiçbir yere gitmiyoruz, buradayız, PYD'ye silah desteğimiz sürecek, burada 100 bin kişilik bir ordu kuruyoruz” açıklamaları yapıyor. Bu da ister istemez “bölgede bir Türk Amerikan çatışması olur mu?” kaygısı yaratıyor. İşte tam bu aşamada Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ duruma bir açıklık getirdi ve Amerikan askerlerine “YPG üniforması giyerlerse” müdahale edileceğini söyledi. Peki Amerikan askerleri YPG üniforması giymezse ne olacak? Şu anda bilmiyoruz. Ancak bildiğimizi sandığım şu; Afrin'e hem teröristleri temizlemek hem de Amerika'ya gözdağı vermek için girdik. Burayı temizledikten sonra sıranın Doğu'ya geleceğini anlatıyoruz sürekli. Bu süreçte muhtemelen Amerika'nın geri adım atacağına ve bölgeden çekileceğine inanıyoruz. Sorun “Amerika' ya çekilmezse ne olacak?” sorusunda düğümleniyor. Anladığım kadarıyla Amerika çekilmedikçe Afrin operasyonu da bitmeyecek. Tabii Rusya bir süre sonra “Tamam çıkın artık” derse durum yeniden ele alınacaktır. Şaka bir yana Türkiye giderek çok büyük bir açmaza sürükleniyor. Amerika ile gerçek anlamda bir sıcak savaş olasılığı sanıyorum bütün o çok yüksekten konuşmalarına rağmen iktidarın da uykularını kaçırıyor.
ÇOK GÜLDÜM
DİNSİZİN HAKKINDAN İMANSIZ GELİR
Çok sık kullandığımız bir atasözüdür bu. Ben de çok severim “Dinsizin hakkından imansız gelir” atasözünü. Tam anlamı şöyle; “Acımasız, inatçı ya da baskın özelliklere sahip kişiyi, kendisinden daha acımasız, inatçı ya da baskın özellikli biri yola getirebilir.” Görüldüğü gibi sözün “dini” bir tarafı yok. Ama iktidardın yarattığı iklimden yararlanarak her konuya “dini bir anlatım” getirme telaşında olanlar yine tepki gösterebilir diye özellikle belirttim. Çünkü biliyorsunuz geçenlerde RTÜK yıllardır söylenen bir şarkıda geçen “Allah baba” söyleminin dinimize aykırı olduğunu ilan ederek Acun Ilıcalı'nın televizyonuna ceza kesmişti. “Allah baba” söylemi bir Hristiyan söylemi imiş. RTÜK şarkı sözlerine dini yorum getirip kanala ceza kesmiş kesmesine de asıl cezayı şarkının geçtiği “7 kocalı Hürmüz” eserine kesmesi gerekmiyor mu? “Aynı anda 7 Kocalı” olmak dinimize uygun mu görülmüş yoksa sadece “Allah baba” söylemine takılmışlar? Neyse, konumuz bu değildi, söz oraya geldi. “Dinsizin hakkından imansız gelir” söylemi Diyanet İşleri Başkanı ile Adnan Hoca diye tanınan Adnan Oktar'ın tartışması nedeniyle aklıma geldi. Adnan Hoca'nın bir televizyonu var. Adnan Oktar “kediciklerim” dediği yarı çıplak aşırı makyajlı kızlarla sohbet ediyor. Daha doğrusu Adnan Oktar konuşuyor kedicikler “Maaşallah; inşallah” diyerek katkı sağlıyor. Ama bu televizyonu uydu üzerinden değil de internetten paket olarak yayınlandığı için RTÜK denetimine girmiyor. Hal böyle olunca Diyanet İşleri Başkanı kendine görev biçti. Yeni başkan Ali Erbaş, Adnan Oktar'ın kanalı olan A9'un kapanması gerektiğini söyledi ve Oktar'ın akli dengesinin yerinde olmadığını belirtti.
Bu sözlere çok sert cevap veren Oktar “Kerhanelerden, kumarhanelerden, içki fabrikalarından alınan paralarla, vergilerle maaşlarınız ödeniyor. Bir kere bunlar hakkında açıklama yaptınız mı, bunlara sesinizi çıkarttınız mı? Gıkın çıkmıyor hoca efendi” dedi. Diyanet'in bu sözler karşısında nutku tutuldu adeta ve “kendisine prim yaptırmamak için cevap vermiyoruz” açıklaması yaptı. Haksız mıyım “Dinsizin hakkından imansız gelir” atasözünü hatırlamakta?
BUNU YAZMAK GEREK
BU SİSTEMLE CHP'de İKİ KİŞİNİN ADAY OLMASI BİLE ÇOK ZOR
CHP tüzüğünde yer alan “genel başkanlık için delegelerin yüzde 10'unun imzası” şartı ile “bir delegenin sadece bir adaya imza vermesi” kuralı bana parti içi demokrasinin tüzükle ortadan kaldırılması gibi geliyor. Çünkü, birincisi genel seçimlerde yüzde 10 barajına karşı çıkan CHP kendi içinde bir aday belirlemek için bile yüzde 10 barajı kullanmış oluyor. En azından şekil olarak baktığımızda yanlış bir uygulama bu. Ama ikincisi daha önemli. Yüzde 10 barajı nedeniyle partide 3-4 kişinin birden başkanlık yarışına girmesi neredeyse olanaksız. Hatta öyle ki ikinci bir adayın çıkması bile mümkün olmayabilir. Aslına bakarsanız bu yazdığım dün gerçekleşti. Çünkü il başkanları Kurultay'a gitmeden önce delegelerden imza almışlar. Bu imzalarla Kemal Kılıçdaroğlu'nu aday göstermişler. Delegelerin tamamına yakını bir kişiye imza verince zaten ikinci bir aday için yeterli imza kalmıyor ki. Muharrem İnce bu nedenle aslında adaylık hakkı kazanamadı. Tabii durum böyle olunca genel merkezin delegeler üzerinde baskı kurduğu ve imza topladığı yolundaki iddialar da daha gerçekçi duruyor. CHP'yi kendi kendini yaralama becerisi nedeniyle kutlamak gerek.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
MÜKERRER OY TUHAFLIĞININ ANLAMSIZLIĞI ORTAYA ÇIKTI
Sessiz sedasız geçmesi beklenen CHP Kurultayı Muharrem İnce'nin adaylık için topladığı imzalar nedeniyle çok ciddi bir tatsızlık yaşadı. İnce kendine göre 164 delegenin imzası ile adaylığa hak kazanmıştı. Ancak Başkanlık Divanı yaptığı inceleme sonunda Muharrem İnce'ye imza veren 49 delegenin aynı zamanda Kemal Kılıçdaroğlu'na da oy verdiğini saptadı. Bu CHP tüzüğüne aykırıydı çünkü tüzüğe göre bir kişi ancak bir aday için imza verebiliyor. Her delegenin bir aday için imza vermesi bana göre çok tuhaf bir uygulama. Birini aday göstermek ille de seçilmesi için oy da vereceği anlamına gelmez. Bir kişi demokratik bir yarış olması ya da her iki adayı da başkanlığa layık bulduğu için imza verebilir. Ancak kural kuraldır. Bu açıdan bakınca Muharrem İnce haklı değildir. Buna karşı Kemal Kılıçdaroğlu “Aynı kişilerin benim için verdikleri imzaları iptal edin, Kurultay'a gölge düşmesin” dedi. Bu da hoş değildi ama Divan Başkanı'nın yetersizliği sayesinde yaşanılan soruna bir çözümdü. Böylece iki adaylı seçim yapıldı. Ve seçimin sonunda “mükerrer oy tuhaflığı” açık biçimde ortaya çıktı. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu 1136 imza ile aday gösterildiği halde seçimde 790 oy aldı. Demek ki Kılıçdaroğu'nu aday gösterenlerin 346'sı seçimde oy vermemiş, imza vermediği İnce'yi desteklemişti. Bu CHP'nin hanesine ne yazık ki koca bir “ayıp” olarak işlenmiş oldu.
https://twitter.com/can_atakli_