TERÖRÜN ARKASINDA HANGİ GÜÇLER VAR
Türkiye bir yıla daha terör eylemleriyle girdi maalesef. Demokrasi ve özgürlük tartışmalarıyla girdi. Anayasa, başkanlık ve otoriterleşme gerilimiyle girdi. Atlantik mi Avrasya mı arayışlarıyla girdi. Batı emperyalizmi tarafından doğrudan hırpalanan, emperyalizmin uzantısı, uydusu, aparatı terör örgütleri üzerinden istikrarsızlaştırılmak istenen, ekonomik açıdan bünyesi zayıf düşen Türkiye; terörün, halen darbelerin, darbe girişimlerinin arkasında emperyalizmin olduğunu yürekli, kararlı, tutarlı ve yüksek sesle tartışamıyor. Sadece politikacılar, bürokratlar, hariciyeciler değil, birkaç istisna hariç, bilim insanları bile NATO bağımlılığını sorgulayamıyor. Bunu akademik, entelektüel düzeyde dahi tartışmaya açamıyor.
NATO’dan çıkmak en az 25 yıl, onun üzerimizdeki etkisinden kurtulmak en az 50 yıl alsa da; NATO’nun Türkiye’de ordu ve siyaset üzerindeki etkisi kadar, bürokrasi, kültür, üniversite, iş dünyası üzerinde etkisi olsa da; Türkiye’nin bu konuları tartışmaktan kaçınması, ilgili çevrelerin bu konulardaki suskunluğu, çekingenliği kabul edilebilir değil. 1952’den beri üye olduğumuz NATO için yaptığımız fedakârlık bir yana, NATO’nun Türk Ordusu’nun eğitim ve doktrin anlayışı üzerindeki, teşkilat yapısı üzerindeki, kullandığı silah sistemleri ve teknolojisi üzerindeki tekeli de, Türkiye üzerindeki ABD vesayetini artırıyor. Bu bağımlılıktan askeri, siyasi, iktisadi, toplumsal, kültürel, ideolojik, teknolojik, akademik olarak kurtulamayan Türkiye, daha uzun yıllar darbelerle, darbe girişimleriyle yaşamak zorunda kalacağını bilmeli. 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi, bunu bir kez daha kanıtladı. Aynen 12 Mart 1971 gibi, aynen 12 Eylül 1980 gibi…
HER TÜRLÜ VESAYETE KARŞI OLMAK GEREKİR
O güzel Anadolu deyimiyle, eğri oturup doğru konuşalım: Mevcut bağımlılık ilişkileri ve batı vesayeti onurlu değil, sürdürülebilir değil. Türkiye’deki yabancı yatırımların yüzde 70’inin AB kaynaklı olması, Türkiye’nin ihracatının yüzde 50’sini AB ülkelerine yapması başka; Türkiye’nin AB vesayeti altında olmasını istemek, halen Gümrük Birliği’ni ısrarla savunmak başkadır. Avrupa Parlamentosu’nun, hukuki bağlayıcılığı olmayan ve Türkiye ile müzakere sürecinin dondurulmasını tavsiye eden geniş siyasal tabanlı ve yüksek katılımlı kararını eleştirmek başka, Türkiye’nin batıyla ilişkilerini karşılıklı yarar, ortak çıkar, içişlerine saygı temelinde yürütmesini savunmak başkadır.
Türkiye, jeopolitik konumu ve stratejik öneminden de yararlanarak, çok yönlü, çok boyutlu bir diplomasi izlemelidir. Türkiye üzerinde hiçbir gücün, ne batılı ne doğulu hiçbir devletin, ne NATO’nun, ne AB’nin, ne de Şanghay İşbirliği Örgütü’nün vesayeti kabul edilemez. Ve Türkiye, kendi coğrafi konumunu, enerji bağımlılığını, ekonomik ilişkilerini dikkate alarak, merkeze kendisini koyup düşünerek davranmalıdır. Buna göre ittifaklar kurmalı veya ittifaklara girmelidir. Başka güçlerin nam ve hesabına davranmamalıdır. Onların Truva Atı, taşeronu olmamalıdır. Onların önceliklerini, onların tehdit algılarını, onların hedeflerini sanki Türkiye’nin öncelikleri, tehdit algıları, hedefleriymiş gibi benimsememelidir. Türkiye tüm ülkelerle, ister batılı ister doğulu, ister kuzeyli ister güneyli, ister NATO’da, AB’de, ister ŞİÖ’de olsunlar, iletişim ve ilişki kurabilmeli, işbirliği yapabilmelidir. NATO’dan bağımsız düşünebilmeli, Gümrük Birliği’ni sorgulamalıdır.
“AB Mİ, ŞİÖ MÜ?” TARTIŞMALARI NİÇİN ANLAMSIZDIR?
Türkiye, “AB mi, ŞİÖ mü? AB’ye girersek demokratikleşiriz. ŞİÖ’ye yönelirsek diktatörlük gelir” gibisinden gerçek dışı, mukayese edilmesi bile gülünç, tamamen NATO’cu, AB’ci bakış açısının, batının vesayetinin yansıması olan sorularla vakit kaybedemez. Her örgütün yapısının, hedeflerinin, kuruluş zamanının, zemininin, bağlamının, kuvvet dengesinin farklı olduğunu unutmamalıdır.
AB, Soğuk Savaş’ın başladığı dönemin ürünüdür. Avrupa merkezlidir. ABD’nin teşviki de AB’nin kurulmasında etkili olmuştur. Öncelikleri, hedefleri, üyeleri, tehdit algıları, endişeleri farklıdır. ŞİÖ ise Soğuk Savaş bittikten sonra, Rusya ve Çin öncülüğünde kurulmuştur. Üyelerinin çoğunluğu Orta Asya ülkeleridir. Avrasya merkezli bir örgüttür. ABD’ye rağmen kurulmuştur. Üyeleri, öncelikleri, hedefleri, tehdit algıları da farklıdır. Yapısal olarak da, işleyiş açısından da çok farklı iki örgüttür AB ve ŞİÖ. AB ulus üstüdür. Yani, üyelerin, kendilerinin de içinde oldukları bir örgüte, çok temel alanlarda egemenlik devri söz konusudur. ŞİÖ uluslararası bir örgüttür. Egemenlik devri yoktur. AB, ekonomi ve enerji alanında işbirliği ekseninde, demokrasi, insan hakları, özgürlük, hukukun üstünlüğü gibi değerlere odaklanarak kurulmuştur. ŞİÖ ise teröre, ayrılıkçılığa, aşırılıkçılığa, sınır anlaşmazlıklarına karşı işbirliği hedefiyle kurulmuştur. Gelişip güçlendikçe diğer alanlara da yönelmiştir. Ekonomik, bilimsel, teknolojik, ticari konuları da gündemine almıştır.
Dahası var; AB içinde çok sayıda Türk ve Müslüman karşıtı siyasetçi iş başındadır. AB’nin 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimindeki tavrı kabul edilebilir değildir. Buna karşın ŞİÖ içinde Türk ve Müslüman karşıtlığını bayrak yapan bir lider yoktur. Üyeleri arasında Türk Cumhuriyetleri vardır. Rusya ve Çin’in daha başından beri, FETÖ’ye karşı tutumu çok açıktır. Türkiye’de FETÖ’nün fiilen iktidar ortağı olduğu yıllarda bile Rusya ve Çin, FETÖ tehlikesine dikkat çekmiştir. Onu CIA uzantısı bir terör örgütü olarak tanımlamıştır. AB; Kıbrıs’ta, Ege’de, Yunanistan’la olan sorunlarda, sözde soykırım iddialarında, Güneydoğu’da, Kürt meselesinde, patrikhanenin ekümenik olma çabalarında hep Türkiye’nin karşısında konum alır. ŞİÖ’nün bu konularda Türkiye karşıtı tutumu yoktur. Türkiye’ye baskı yapmamıştır.
Bunlara rağmen Türkiye’nin tutarlı, kapsamlı, bağımsız bir Avrasya siyaseti yoktur. Samimi bir ŞİÖ üyeliği arayışı yoktur. ŞİÖ, Türkiye’nin bu yöndeki çıkışlarını, batıya karşı bir blöf, taktik bir koz olarak kullandığının farkındadır. NATO üyesi olan Türkiye’nin, aynı zamanda ŞİÖ üyesi olamayacağını da açıklamıştır. Somut örnekle anımsatalım: Çin, Türkiye’ye füze savunma sistemi konusunda en uygun fiyatı verdiği halde (3.4 milyar dolar), daha önemlisi teknoloji paylaşımı vaat ettiği halde, Çin’i 2 yıl oyaladıktan sonra, tam imza atılacağı yönünde beklenti oluşmuşken, 2015’te Türkiye ihaleden vazgeçmişti. Bunu da “Biz NATO üyesiyiz. Sizin sisteminiz NATO silah sistemleriyle uyuşmaz” diye açıklamıştı. Çinli yetkililer de, “NATO üyesi olduğunuzu yeni mi hatırladınız?” diye sormuşlardı. Üstelik Türkiye ihaleden vazgeçtiğini, Çin lideri Şi Cinping G 20 Zirvesi kapsamında Türkiye’deyken açıklamıştı.
Sözün özü: Kendi özgür iradesi, bütüncül kalkınma programı, sanayileşme hedefi, üretim ekonomisi çabası, tarım politikası, planlama bilinci, istihdam stratejisi olmayan bir ülkenin, hangi kıtada, hangi coğrafyada, hangi blok içinde olursa olsun, bağımsız bir siyaset ve diplomasi izlemesi olanaksızdır.