TİYATRO KİŞİYİ BAĞIMSIZ, İZLEYENİ BAĞIMLI YAPAR ve MUCİZELER YARATIR!

TİYATRO KİŞİYİ BAĞIMSIZ, İZLEYENİ BAĞIMLI YAPAR ve MUCİZELER YARATIR!

Üniversitede 4 yıl eğitimini almış, 15 yıldan beri MSM’de eğitimini veren bir “Tiyatro Tarihi” hocası olarak 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ne ilişkin anlatacaklarım, paylaşacaklarım ve söyleyeceklerim var! Uzun bir yazı olacak, sanata ve emeğe saygı adına sabırla okumanızı rica edebilir miyim?

57 yıldır kutlanan, ustaların hazırladığı bildiriler okunan, perdelerin ücretsiz açıldığı, tiyatro severlerin salonları doldurduğu, yılın sanatçısı ve Afife Tiyatro Ödüllerinin verildiği bu haftanın öneminin altını çizmek adına bazı notlarım var. Örneğin ülkemizde ilk ulusal bildiriyi, yaşamını Türk Tiyatrosuna adamış büyük usta Muhsin Ertuğrul yazmıştı. 21. İstanbul Tiyatro Festivali “Tiyatro bağımsızlık yapar” sloganıyla başlamış, festivalin onur ödüllerinden birinin sahibi Zeynep Oral; “Tiyatroya gidenler aldatılmaz, yanılmışım diyemez, ha bire aldatıldım demez” diyerek düşüncelerini güncel bir göndermeyle özetlemişti.

Yaşamın bir parçası olan, geçmişi günümüze taşıyan, geleceği anlamamıza yardımcı olan, sorunlarımıza ışık tutan, insanları eğitirken düşündüren, insani duygular aşılayan, kafamızdaki duvarları yıkacak bize yeni bir güç, yeni bir umut aşılayacak olan bu sanat dalının yaşamasının ilk şartının izleyici olduğunu hepimiz biliyoruz. Son yıllarda sanat kurumlarının yok edildiğini, son sözünü baştan söyleyen sanatçıların işsiz kaldığını, gözdağı, baskı, tehdit, sansür, zulümde sınır tanımama gibi güce dayalı eylemlerin arttığını hepimiz görüyoruz!

Yetmiyor! Sanat alanlarına yönelik baskınların arttığını, dansı belden aşağı, heykeli ucube, resmi müstehcen, orkestrayı zulüm, sinemayı ayıp, tiyatroyu tehlikeli gören bir zihniyetin ilgi gördüğüne tanık oluyoruz. Yine yetmiyor! İnsanlığın ortak mirası olan kültürel ve tarihi dokuların talana teslim edildiğini, sansürsüz günün geçmediğini içimiz acıyarak izliyoruz.

Maalesef bunlarda yetmiyor! “Beğenmediğin heykeli yıkabilirsin, istemediğin kitabı, filmi, oyunu yasaklatabilirsin, opera, bale ve nitelikli müziği günah sayabilirsin, sanat ve müzik kurumlarını yok edecek ya da geriletecek, sanatçıyı boyunduruk altına alacak yasalar çıkartabilirsin!” mantığının hâkim olduğunu iliklerimize kadar hissediyoruz. Ancak tüm bunlarla yetinilmese de gözden kaçan bir şeylerin olduğunu; iktidarların gelip geçici, nitelikli sanatın- müziğin- şiirin her daim kalıcı olduğunu, baskı ve sansürün yaratıcılık karşısında er geç yenileceği gerçeğini de hiç unutmuyoruz…

Şimdi sanatsal belleğimize uzanma zamanıdır!

Kültür Bakanı iken sanat kurumlarının bütçesini kesen, bale gösterisinde yere bakmayı tercih eden, Devlet Opera ve Genel Müdürlüğü bütçesini Hacı Bayram Camii çevre düzenlemesine aktaran bir partili TBMM başkanı yapıldı! Sanat kurumlarının turnelerine izin vermeyen, onay yazılarının üzerine “Olmaz, bu hiç olmaz, olacak şey değil” gibi notlar düşen, Devlet Opera ve Balesinin temsiline katılan partililerin koridorda namaz kılmalarına destek olan kişi, TBMM başkanlığına ikinci kez aday gösterilerek partisinin oylarıyla yeniden seçildi. Kuşkusuz ki; herkesin farklı şiddet ve derinlikte sarsıldığı, etkilendiği, etkilediği mekânlar vardır. Kişiden kişiye değişir bu! Kimine göre saraydır, kimine göre bağırdığı- parmak salladığı salonlardır, kimine göre tiyatro salonudur…

Önümüze sezgisel setlerin çekildiği, politik direnç ve gücü elinde tutanların tiyatroyu görmezden geldiği, sanatın özellikle de yönetim katında kabul görmediği, gelir dağılımıyla gerilim kat sayısının yan yana yürüdüğü ülkemizde gelişmiş batının genelde sanata, özelde tiyatroya verdiği değeri unutmamalıyız.

Şimdi eskilere gitme ve anılar tutamından örnekler verme zamanıdır!

Yıl 1930. Darülbedayinin başarılı Ankara turnesinin ardından Atatürk, Muhsin Ertuğrul’a; “Siz benim taa ataşemiliterlik çağımdan beri memleketimde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Şimdi ben, Devlet Reisi olarak size soruyorum; Hükümetten ne gibi bir yardım istersiniz?” diye sormuştu. Büyük usta Muhsin Ertuğrul’da; yurtdışına tiyatro eğitimi için öğrenci göndermenin uygun olacağını söylemişti. Talebi onaylanınca da gönderilen sanatçı adaylarına; “Oralarda yaşamı gözlemleyin ve bir meslek seçip gelin” demişti. Nerden nereye?

Bilgi Notu: Türk Tiyatrosunun tarihi seyri içinde büyük usta Muhsin Ertuğrul’un özgün, apayrı, çok farklı bir yerinin olduğunu, Türk Tiyatrosunun gelişmesinde klasik tiyatrodan modern tiyatroya geçişte eşsiz bir kilometre taşı olduğunu, tiyatroya yeni atılımlar yapmakla kalmadan tiyatronun yaygınlaşmasında büyük çaba harcamış olduğunu biliyoruz. Hele de Bölge Tiyatrolarının onun eseri olduğunu, Türk sinemasında ilk kez renkli çekimi onun gerçekleştirdiğini nasıl unuturuz?

Türk tiyatrosunda kadının sahneye çıkmasının yasaklı olduğu yıllarda sahneye çıkan ilk kadın sanatçımız Afife Jale’nin başına gelenler her sanatseverin belleğindedir. Geleneksel Türk tiyatrosunda kadın rollerinin zenne tipiyle erkekler tarafından canlandırıldığı, Muhsin Ertuğrul’un gerektiğinde kadın sanatçılara erkek rolleri verdiği ve Hamlet’te Cahide Sonku’ya oynattığı bilinmektedir.

Dünden bugüne bakıldığında; sanatı önemseyen, içselleştiren, olmazsa olmazlığına inananlar; olup biteni anlamaya çalışarak, bazen dayanamayıp salya sümük ağlayarak, bazen kahrolarak, öfkelenerek, isyan ederek, eylem yaparak tartışarak, kavga ederek, bazen dayanışarak, düş kurarak, umut ederek,  bazen de susarak, yaşarmış gibi yaparak altından kalkmaya çalışırlar.

Önemli olan nedir derseniz? Önemli olan benimsenen ilkeler,  geleceğe dönük hayaller, vazgeçilmeyen idealler, zihniyet ve sanata bakıştır kuşkusuz. Yine önemli olan yüzümüzü ve yönümüzü düne çevirdiğimizde, karşımıza çıkan şu tablonun anlattıklarını belleğimize kazımaktır. Toplumun aydınlanma serüveninde firesiz ve ödünsüz yürüyen en güçlü ve öncü kuruluşun Türk Tiyatrosu olduğunu, özverili amatör gruplarca Halkevlerinde hayat bulan, Köy Enstitülerinde sahnelenen oyunların çok etkili olduğunu unutmamaktır.  Parlamentoya girmeden önce tiyatro sahnesine adım atan Türk kadınlarının varlığıyla, doktor, avukat, vali, kaymakam olmadan önce sahneye adım atan kadınlarımızın çokluğuyla gurur duymaktır.

Kuş uçmaz kervan geçmez Anadolu topraklarına yapılan sanatsal çıkarmalarının mimarları olan ışıkçısından dekorcusuna, perdecisinden biletçisine, başroldekinden anlatıcısına o güzel insanları, birer fedai gibi Anadolu aydınlanmasında yer ve görev alan bu güzel insanları yıllar sonra bile ayakta alkışlamaktır.

Rol gereği kral, kraliçe, prens, prenses, kont, kontes, zengin olan ama aslında emeklerinin karşılığını hiçbir zaman alamayan bu çilekeş insanların, gerçek yaşamlarında alçakgönüllü bir hayat süren ve bazen de bir huzur evinin ışıksız odalarında kendi yalnızlıklarına gömülerek “perde!” dediklerini hep akılda tutmaktır.

Türk Tiyatrosunun Türk toplumunun gelişiminde çok önemli bir yeri ve rolü olduğunu, yazarıyla- oyuncusuyla- mekânıyla tarihi kimliği de olan bir kurum olduğu gerçeğini akıldan çıkarmamaktır.

Direkler arasından Şehzadebaşı’na, Darülbedayiden Şehir tiyatrolarına, devlet tiyatrolarından özel tiyatrolara kadar bu kültürü taşıyan, Musahipzade Celal’den İbnürrefik Ahmet Nuri’ye, Burhanettin Tepsi’den, Cevat Fehmi’ye, Haldun Taner’den, Orhan Asena’ya, Ahmet Kutsi’den Necati Cumalı’ya bu sahneyi aydınlatanları vefa galerisinin üst sıralarına yerleştirmektir.

Selim Naşit, İsmail Dümbüllü, Vasfi Rıza, Muammer Karaca’yla başlayıp Yıldız Kenter, Gülriz Sururi, Zihni Göktay, Ali Poyrazoğlu, Ferhan Şensoy ve Müjdat Gezen’le tiyatronun vazgeçilmez varlığını sürdürenlere hep değer vermektir.

Uzun yazının kısa özeti derseniz! Tiyatro toplumun pek çok ruh halini sahneye taşıyan sanat dalıdır. Üzüntü, çelişki, isyan, aşk, ayrılık, keder, ölüm, savaş vb. O nedenle yorucu, meşakkatli, çileli ve acılarla doludur sahne hayatı. Bu nedenledir ki; ülkemizde tiyatro yazmak, oynamak, yapmak her şeyden önce bir yürek işidir. Tiyatro toplumsal bir gösteri dalı olduğundan koşullar gerektirdiğinde isyanı, başkaldırıyı da sahneye taşır.

Teşekkür Notu: Türk Tiyatrosunun büyük ustalarını, tiyatromuzun efsane oyunlarını Keşanlı Ali’en Cibali Karakolu’na, Paydos’tan Yedi Kocalı Hürmüz’e Lüküs Hayat’tan Artiz Mektebine kadar tüm zamanların en büyük ustalarına, hele de isyanı mizaha yediren ustalara selam olsun. Çok sık yararlandığımız Anton Çehov’dan Bernard Shaw’a, Bertolt Brecht’ten Dario Fo’ya, Carlo Goldoni’den Garcia Lorca’ya, Shaksepeare’den Moliere’e batılı ustalara selam olsun…

Ve nokta! 5 kez Grammy ödülü kazanan İrlanda asıllı Komedyen George Patrick Carlin ölen eşine yazdığı mektupta; “Zaman büyük adamlar fakat küçük karakterlerin zamanıdır. Daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var. Daha geniş otoyollarımız ama daha dar bakış açımız var!”  demiş.  Bizi ilgilendirmeyen yorumu İrlanda halkına bırakalım!

27 Mart Dünya Tiyatro Günümüz kutlu olsun! Perde inene kadar sahneye devam!