TRUMP’ın ORTADOĞU AJANDASINDA NE VAR?
ABD’nin dış politika ajandasında son haftalarda Kuzey Kore özelinde yaşanan gelişmelerin ağırlığı artıyor. Bu sorun, gerçekte ABD – Çin rekabeti kapsamında anlamı olan bir mesele. Kuzey Kore’nin son olarak Avustralya’yı tehdit etmesi de, Atlantik – Pasifik rekabetindeki vekâleten savaşta, kimlerin nasıl konumlandığını gösterdi. Bir yanda Çin ve Kuzey Kore; diğer yanda ABD, Japonya, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda…
Belirtelim; diplomatik teamüller gereği ABD başkanları ilk yurt dışı gezilerini Kanada’ya yaparlar. Ama Kanada bile ABD’nin stratejik ortağı değildir. Hem de ABD, Kanada ve Meksika arasında 1994’ten beri NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması) yürürlükte olduğu halde. ABD’nin sadece iki stratejik ortağı vardır: İngiltere ve İsrail. ABD Başkanı Trump, AB’yi ciddiye almıyor. Avrupa ülkeleriyle ikili ticaret anlaşmaları imzalamayı yeğliyor. Trump’ın bakanlar kurulu ve danışmanları da çoğunlukla eski askerler ve büyük şirketlerin tepe yöneticilerinden oluşuyor.
TÜRKİYE’nin YERİ NERESİ
Anımsatalım; ABD geçmişte Türkiye’den Irak, Afganistan, Lübnan, Somali için asker isterken; Irak’ın kuzeyine Türkiye’nin meşru müdafaa hakkını kullanarak yaptığı sınır ötesi harekâtlara hep mırın kırın etti. Terör örgütüne karşı yapılan bu harekâtları engellemeye çalıştı. 2008’deki sınır ötesi harekât sırasında Türkiye’ye, “fazla kaldın, bir an önce çık” dedi. ABD’nin bu tavrının anlamı şu: “Sen vatanını savunma. Benim paralı askerim, kriz bölgelerine müdahale gücüm ol”. O yüzden, ABD Başkanı Trump’ın 24 Nisan’da “soykırım” demeyişine sevinmek anlamsız.
Kendimize gelelim: Kıbrıs’ta Annan Planı oylanırken Batıdan büyük destek alan kadro yerinde duruyor. Barzani’nin önüne kırmızı halı seren, ona “ağabey” diye seslenenler yerinde duruyor. İsrail’e Güneydoğu Anadolu sınırındaki mayınlı arazilerin temizlenmesi ihalesini vermeye çalışanlar yerinde duruyor. 2003’te Türk askerinin başına Süleymaniye’de çuval geçirildiğinde ABD’ye en küçük tepki vermeyenler yerinde duruyor. Açılım projesinin aktörleri yerinde duruyor. ABD’nin Irak işgalini destekleyenler yerinde duruyor. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de, Avrasya’da, bölgede farklı bir siyaset izleyeceğini düşünmek gerçekçi değil. Kaldı ki, Türkiye’ye gelen Mesut Barzani için göndere çekilen Kürdistan bayrakları, yeni bir geri çekilmenin eşiğinde olduğumuzu gösterdi. Barzani referandumda evet cephesini destekledi. Yeğeni ve başbakanı Neçirvan Barzani PKK terör örgütüne teşekkür etti.
Suriyeli sığınmacılar için şimdiye dek en az 25 milyar dolar harcadığını açıklayan Türkiye, bir yandan da dengeleri gözetmek adına, tüccar mantığıyla, Rusya’dan S 400 füzesi almak istiyor. Füzeler için, yine Rusya’dan kredi talep ediyor. Buna büyük anlamlar yüklemek, Türkiye’nin Avrasya açılımı yaptığını, ŞİÖ üyeliğine yöneldiğini dillendirmek gerçekçi değil. Zira Türkiye, Süleyman Şah’tan çekilerek Ortadoğu’da; Kıbrıs’taki müzakerelerle Akdeniz’de gerileme sürecine girdi. Anımsatalım; Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1683’te 2. Viyana Kuşatması ile başlayan geri çekilme, 238 yıl sonra, 1921’de Sakarya Meydan Savaşı ile son bulmuştu.
İTTİFAK İLİŞKİLERİMİZ SAĞLAM mı
Türk siyasetinde değişmez kuraldır: Siyasilerimiz, iktidar yolunun Washington’dan geçtiğine inanır. O yüzden, ağızlarına emperyalizm terimini almaz. ABD ile birlikte fotoğraf vermek için can atar. Yugoslavya’yı bölen; Afganistan ve Irak’ı işgal eden, Suriye’ye çullanan emperyalizmin, Kıbrıs’ı birleştirmek için yaptığı hamlelere, Annan Planı’na destek olur. Nitekim 15 Temmuz emperyalizm destekli FETÖ’cü darbe girişimi sonrası, kısa süre yüksek perdeden konuştuktan sonra, yeniden NATO’cu, Atlantikçi, Amerikancı fabrika ayarlarına dönüldü. O yüzden Barzani’ye sınırsız destek sürüyor. Bölge ülkeleriyle kalıcı, sağlıklı, kapsamlı ittifak kurulamıyor. Rusya ve Çin’le, ticari ilişkilere koşut bir siyasi, diplomatik ilişki geliştirilemiyor. PKK - PYD terör örgütlerine karşı, sınır ötesinde arzulanan ölçekte harekât yapılamıyor. Kıbrıs’ta, Ege’de Türkiye sadece Yunanistan’la değil, onu destekleyen AB ve ABD ile mücadele etmek durumunda kalıyor. Gümrük Birliği sayesinde Türkiye’nin iç pazarı, gümrük rejimi, dış ticaret rejimi üzerinde denetim sahibi olan AB ile eşit ilişki kuramıyor. AB vesayetine karşı çıkamıyor. İsrail’in çıkardığı doğalgazın, Türkiye üzerinden dünyaya taşınması yönünde projeler yapılırken, Türkiye Kıbrıs’taki hak ve çıkarlarından vazgeçmeye hazırlanıyor.
Barzani’nin İsrail’le yakın ilişkileri biliniyor. Akdeniz’de, Kıbrıs adası çevresindeki enerji yatakları iştahları kabartıyor. İsrail, çıkardığı doğalgazı satmak için güzergâh ve pazar arıyor. Hesap şu: Türkiye, İsrail’in çıkardığı 30 milyar metreküp doğalgazın üçte birini kullanacak. Kalan üçte ikisi, Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılacak. Ama bunu kotarmak için sadece Türkiye ve İsrail’in anlaşması yetmiyor. Suriye meselesinin öyle veya böyle çözülmesi şart. Barzani’nin Irak’tan tamamen bağımsız hale gelmesi zorunlu. Barzani bağımsızlık ilan ederse, onu tanıyan ilk 3 ülke ABD, İsrail ve Türkiye olacak. Plana göre; Irak ve Suriye, Akdeniz’e açılan Kürt koridorunun ilk ayağı; Kürt devleti, İran ve Türkiye’nin bölünmesiyle büyüyecek.
BÖLGE ÜLKELERİNİN DİRENİŞİ ŞART
Türkiye; batı emperyalizmine karşı tek başına direnmekte zorlanıyor. Bunu başaracak siyasi irade, ekonomik güç, stratejik akıl, askeri kapasite, sanayi altyapısı, bilimsel – teknolojik birikimi yok. Emperyalizmin bu planını bozmak için İran’ın direnişi, Bağdat merkezi hükümetinin ülkesinin birliğinde ısrar edişi, Suriye rejiminin mukavemeti önemli ata yetmez. Türkiye’nin de bölge merkezli dış politika izlemesi, bölge ülkeleriyle ittifakı öncelemesi gerekli. Ancak böyle bir ittifak, arkasına Rusya ve Çin’i de alarak başarılı olur. Çünkü Rusya ve Çin de Ortadoğu’nun parçalanmasına karşı. Rusya, ekonomik açıdan da İsrail doğalgazının Avrupa’ya ulaşması halinde, Rus doğalgazına karşı seçenek oluşturacağını görüyor. Rusya lideri Putin’in Güney Akım yerine Türk Akımı’nı benimsemesi de bunun kanıtı. Böylece bir taşla birkaç kuş vuruyor. Hem Türkiye’nin Rus doğalgazına olan bağımlılığını pekiştiriyor, hem Türkiye üzerinden Avrupa piyasalarına bir kanal daha açıyor. Öte yandan, Türkiye İsrail’le ilişkilerini düzeltiyor. Suudi Arabistan – İsrail, Barzani – İsrail yakınlığı dikkat çekiyor. Rusya – İsrail teması sıklaşıyor. İsrail, Rusya’nın bölgede artan ağırlığını; Suriye ve İran üzerindeki nüfuzunu görüyor.
Kıssadan Hisse: Yapılması gereken belli. Cumhuriyet’in kurucu felsefesine, bölge merkezli dış politikasına dönmek. Türkiye’nin jeopolitik konumuna uygun, tarihsel birikimini arkalayan, stratejik değerinin farkında olan bir dış politika izlemek. Çok yönlü, çok boyutlu, çok kimlikli bir dış politika benimsemek.