TRUMP’ın SUUDİ ARABİSTAN GEZİSİNDEN NE ÇIKTI?

TRUMP’ın SUUDİ ARABİSTAN GEZİSİNDEN NE ÇIKTI?

Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD gezisi, ardından ABD Başkanı Trump’ın ilk yurt dışı durağı olan Suudi Arabistan gezisi (devamında İsrail ve Vatikan, oysa ABD Başkanları teamül gereği ilk yurtdışı gezilerini Kanada’ya yaparlar. Çin ve Rusya liderleri seçilince, ilk ziyareti birbirlerine yapmışlardı), Türkiye ile ABD arasında yapısal sorunların olduğunu bir kez daha gösterdi. Türkiye ABD’ye çantasında iki yüklü dosyayla gitmişti. İlki; PKK – PYD terör örgütüne verilen desteğin kesilmesi, ikincisi; FETÖ elebaşının iadesiydi. İkisinde de sonuç yok. Tersine gezi 20 dakikalık “uzun ve zorlu görüşme”, ABD Genelkurmay Başkanı’nın katılmadığı 2 saatlik kalabalık iş yemeği, Türk koruma görevlilerinin protestoları engellemek için gösterdiği aşırı tepkiler ve ABD basınında çıkan yoğun eleştirilerle belleklerde yer etti.

Anımsatalım, zaten ABD Başkanı Trump, Türkiye’den 3 üst düzey yetkili (H. Akar, H. Fidan, İ. Kalın) ABD’deyken, PKK – PYD terör örgütüne silah vereceğini, bu silahları geri almayacağını açıklayarak, geziyi zaten baştan boşa çıkarmıştı. Buna karşılık Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti kendince başarılı geçti. Afganistan ve Irak işgallerine 6 trilyon dolar yatıran ABD’de askeri- endüstriyel yapı çok önemlidir ve Trump’ı desteklemişti. O da Suudilere yüklü miktarda silah sattı. Onları İran’a karşı, İsrail’le işbirliği yapmaları, bu amaçla Körfez Araplarına öncülük etmeleri için daha da özendirdi. Petro dolarları ABD silah sanayisine yatıran, ekonomisi zordaki Suudi Arabistan da, ABD desteğini arkaladığını dünyaya ilan etti.

TÜRKİYE’nin İLGİSİNİN BOYUTLARI

Şunu kabul edelim: Türkiye’nin Körfez’deki Arap ülkelerine, Suudi Arabistan başta olmak üzere Katar’a, Bahreyn’e, Kuveyt’e olan ilgisinin sadece Türkiye’yi yöneten heyetin ideolojik bagajıyla ilgisi yok. Türkiye’nin sıcak para ihtiyacıyla ve ABD’nin bölgedeki hesaplarıyla da ilgisi var. ABD’nin bölgede en büyük beklentisi, Türkiye ve Körfez ülkelerinin, yanlarına İsrail’i de alarak, İran’a karşı cephe kurması. İran’ı yalnızlaştırması, çevrelemesi. O yüzden Türkiye’nin sık sık İran’ı mezhepçilikle suçlaması, Pers milliyetçiliği yaptığını söylemesi, “bölgeyi domine etmekle” itham etmesi, şaşırtıcı değil. Kaldı ki, Şii karşıtlığının sadece dış siyasette değil, iç siyasette de karşılığı var. İran; tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel, ekonomik, askeri, stratejik, jeopolitik olarak Türkiye’yle rekabet eden tek bölgesel güç olduğu gibi, Suriye, Irak, Lübnan üzerindeki nüfuzuyla, Körfez’deki Arap ülkelerinde Şii nüfus üzerinden elde ettiği ağırlığıyla da dikkat çekiyor.

Şu da var: Türkiye, batının Suriye siyasetini değiştirdiğini göremedi. Esad ve Suriye halkının direncini küçümsedi. Rusya ve İran’ın açıktan, Çin’in cephe gerisinden Suriye’ye verdiği desteği anlayamadı. Batının bölgesel müttefiklerinin (Türkiye, Suudi Arabistan, Katar) ve batı destekli terör örgütlerinin, Suriye’de rejimi devirecek güçte olmadığını kavrayamadı. ABD’nin azalan devlet kapasitesini fark edemedi. Avrupa kapılarına dayanan Suriyeli sığınmacıların, Avrupa kentlerindeki IŞİD terörünün, Avrupa’nın Suriye politikasında yaptığı değişimi fark edemedi. Avrupa’da liderleri, “Esad’la devam” demeye zorladığını anlamadı. Trump yönetimindeki ABD; Irak ve Suriye’de nüfuzu güçlü olan, üstelik IŞİD ile mücadelede olgusal olarak, nesnel olarak ABD’yle aynı safta olan İran’a karşı söylemini sertleştirince, Türkiye de buna uydu. Eş zamanlı olarak Suudi Arabistan ve İsrail’le daha da yakınlaştı.

İNCİRLİK ve ENERJİ JEOPOLİTİĞİ

ABD’nin Türkiye’ye yönelik küstah siyasetini, Almanya’yla yaşanan İncirlik Üssü gerilimini, Irak ve Suriye’de olanları, bölgenin enerji zenginliği ve emperyalist merkezler arasındaki çelişkiden bağımsız düşünemeyiz. Musul’un enerji kaynakları iştahları kabartıyor. Türkiye bu konuda Barzani’yle işbirliği yapıyor. Barzani, Türkiye’de Kürdistan bayraklarıyla karşılanıyor. Bağımsızlık referandumu yapmaya hazırlanıyor. Gözden kaçırmayalım; Musul harekâtına katılmak için bunca istekli olmanın, IŞİD karşıtı koalisyonda gecikmeli de olsa yer almak için çaba harcamanın, sadece kısa vadeli askeri hedefi yok. Orta ve uzun vadeli siyasi – iktisadi hedefleri de var. Sadece güvenlikle ilgili boyutu, diplomatik amacı yok. İç siyasette de getirisi var. Musul’dan IŞİD tamamen çıkarıldıktan sonra, hem masada oturmanın hem de bunu iç siyasette oya çevirmenin hesabı yapılıyor. IŞİD asıl büyük yığınağı Suriye’de Rakka’da yaparken, Akdeniz’in enerji zenginliğinin kilidi olan Kıbrıs’ta da KKTC ve Türkiye, büyük ödünler vermeye hazırlanıyor.  

RUSYA ABD’yi DAVET ETTİ, İRAN KARŞI ÇIKTI

Öte yandan, İran’ın, Irak ve Suriye’deki etkisi de, Rusya’nın bölgedeki Kürt örgütler üzerindeki nüfuzu da artıyor. Rusya ile İran arasında, Suriye sahasında her ne kadar aynı safta olsalar da, kimi taktik farklar var. Misal; Astana zirvesine Rusya ABD’yi davet etti, İran karşı çıktı. Misal; Rusya Suriye’de güvenli bölgeler kurulmasını istiyor, İran karşı. Rusya, Kürtleri tamamen ABD denetimine, inisiyatifine bırakmak istemiyor. Kürtler de, ABD’nin bölgeden bir gün gelip çekilmesi halinde Arap, Fars ve Türkler karşısında yalnız kalmamak için Ruslarla işbirliğini önemsiyor. Bu yakınlığı, gerektiğinde ABD’ye karşı da kullanabileceklerini hesaplıyor. Bir tek ABD’ye yaslanmanın, onun güdümünde olmanın, Kürtlere yönelik tepkiyi artırdığını biliyor.

Türkiye’nin yaşadıkları, “1 Mart tezkeresi geçseydi, Irak’a girer PKK terör örgütünü bitirirdik” diyenlerin ne kadar yanıldıklarını ortaya koydu. Türkiye Irak işgaline destek vererek, sadece Irak’ta değil, tüm Arap dünyasında işgalci olarak damgalanır, büyük tepki çekerdi. Oysa 1 Mart tezkeresine hayır diyerek, Arap aleminde, Ortadoğu’da, dünyada itibarını artırmıştı. Tezkere geçseydi, ABD Türkiye’nin PKK terör örgütünü bitirmesine izin vermezdi, ama Türkiye’nin en hassas bölgesi olan Güneydoğu Anadolu’ya 65 bin ABD askeri konuşlanacaktı. Bu sayede PKK terör örgütü daha büyük desteğe kavuşacaktı. ABD, Türkiye’ye karşı PKK terör örgütüne her türlü desteği verirken, onu Irak, Suriye ve İran’da başka adlarla el altında tutarken, Türkiye öncelikle mezhepçi, başkalarına ayar veren, içişlerine müdahale eden dış politikadan vazgeçmeli. Ve Atatürk’ün şu 3 öğütlerine uymalı: 1) Moskova ile dostluğu önemse. 2) Emperyalist güçlere fazla sokulma. 3) Araplar arası sorunlarda taraf olma…  

Vurgulayalım, ABD’nin bölgedeki stratejik hedefi Kürt devletidir. Terör örgütü PKK ve Barzani onun piyonlarıdır. İkisinin de İsrail’le ilişkileri güçlüdür. Gerektiğinde PKK ve Barzani’yi birlikte, bölge ülkelerine karşı kullanır. Gerektiğinde birbirlerinin üzerine salar, hizaya çeker. Barzani’den, PKK terör örgütüne karşı harekete geçmesini beklemek gerçekçi değildir. ABD, Irak’ın kuzeyinden sonra Suriye’nin kuzeyinde de bir Kürt devletçiği için büyük ölçüde altyapıyı yapmıştır. Türkiye’den de bunu, yani Akdeniz’e uzanan Kürt koridorunu kabullenmesini istemektedir.  

Kıssadan Hisse: Yeni Osmanlıcılık yaparken, Sevr Antlaşması’nı iyi bilmek gerekir. Çünkü Sevr, emperyalizmin mastır planıdır.