TÜRKİYE KAYBEDİYOR
Suriye’de inisiyatifi Rusya’ya kaptıran, Türkiye’yle gerilimli günler yaşayan ABD’nin, İran’a karşı tutumu sertleşti. Bu durum, Ortadoğu’nun önümüzdeki süreçte emperyalizmin yeni çullanışlarına sahne olacağını gösteriyor. Anımsanacağı üzere, kısa süre önce ABD Başkanı Trump, 2015’te İran ile P5+1 (BM Güvenlik Konseyi’nin 5 Daimi Üyesi ve Almanya) arasında imzalanan ve 10 yıllık olan nükleer anlaşmadan desteğini çekti. Aynı gün ABD, İran’ın Devrim Muhafızları için de yaptırım kararı aldı. ABD’nin bu tutumu, İran’ı öncelikli tehdit olarak gören İsrail ve Körfez’deki Arap ülkelerini sevindirdi. Afganistan’dan çekilse de, Afganistan’a 3 bin asker yollayacağını açıklayan (böylece Afganistan’daki asker sayısı 14 bin olacak) ABD’nin, bölgeye daha çok yerleşmek ve İran’ı kuşatmak için yeni hamleler yapacağı anlaşılıyor.
Şurası net: Önümüzdeki süreçte ABD, bölgeyi karıştırmak için uzantısı olan ülkelere, “devlet dışı aktörler” olarak tanımladığı terör örgütlerine daha fazla görev verecek. Irak’ta bunu yaptı, Suriye’de bunu yapıyor. IŞİD terör örgütünün Suriye’deki kalesi olan Rakka’yı kurtarmak için, PKK - PYD - YPG terör örgütünü “kara gücü” olarak kullanıyor. Bir yandan kendi beslediği terör örgütlerini birbirine kırdırıyor, bir yandan Astana Süreci’ni sulandırmaya çalışıyor. Suriye’de 4 bölgede (İdlib, Şam’ın Doğu Guta bölgesi, Humus’un kuzeyi, güneyde Ürdün sınırı) çatışmasızlık bölgesi ilan edildiğinden, süreci etkilemeye çabalıyor.
Türkiye sınırına 45 kilometre uzakta olan, kabaca 2 milyon kişinin yaşadığı İdlib’in; Afrin, Halep ve Lazkiye açısından önemini bilen ABD, Suriye’deki iç savaşın İdlib’de başladığını unutmuyor. Çünkü emperyalizmin kışkırtmasıyla İdlib’de başlayan savaş; Astana Süreci sonrası Türkiye’nin değişen tutumu, Rusya ve İran’ın kararlılığı, Esad’ın direnciyle, yine İdlib’de, Şam’ın ve bölge güçlerinin zaferiyle bitme ihtimali barındırıyor. Rusya, İran ve Suriye de, İdlib’deki radikal terör örgütleriyle Türkiye’nin mücadele etmesini istediklerinden, Türkiye’nin İdlib harekâtına itiraz etmiyorlar. İdlib’in merkezine girmeden, ilk aşamada çevresini sarmak isteyen Türkiye ise hem terör örgütlerine, hem de olası bir sığınmacı göçüne karşı önlem almaya çalışıyor.
TÜRKİYE’nin TAVRI NİÇİN ÖNEMLİ
ABD; Türkiye’nin değişen Suriye siyaseti nedeniyle Türkiye’ye karşı denetimli gerginlik siyasetini en son vize yasağında gösterdiği üzere en üst düzeye taşıdı. 2016 Ağustos ayında başlayan, 2017 Mart ayında biten Fırat Kalkanı Harekâtı’ndan pek memnum olmayan ABD, Türkiye’nin Rusya ve İran’la uyumlu bir dış siyaset izlemesinin, Suriye rejimiyle dolaylı temas kurmasının, ABD’nin oyun planına zarar verdiğini biliyor. Türkiye destek vermezse, İsrail’in ve “bağımsız Kürt devletini tanımaya hazırız” diyen Mısır’ın desteğinin, Barzanistan’ı yaşatmak için yeterli olmadığını görüyor.
Türkiye ise hem bağımsız Kürt devletinin endişesini yaşıyor, hem Barzani’nin Türkiye üzerinden dünyaya sattığı 600 bin varil petrolün ve karşılıklı ticaretin hesabını yapıyor. O nedenle ne vanayı kapıyor, ne ticareti tamamen durduruyor. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin en önemli su ve elektrik tedarikçilerinden olan Türkiye, Türkiye’den Kuzey Irak’a yapılan uçuşları durdurmakla ve Barzani’nin TV kanalını Türksat uydusundan çıkarmakla yetiniyor. Şubat 2007’de, Washington’da “Kürt yönetimini tanımaya hazırız” diyen, Temmuz 2010’da Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi belgelerine “Kürdistan” ibaresini koyan A. Davutoğlu’nun, Mart 2009’da Bağdat yolunda Irak’ın kuzeyini “Kürdistan” olarak adlandıran A. Gül’ün yönettikleri dışişleri, şimdilerde bu yanlışlardan dönmeye çalışsa da, onca hatayı düzeltmek kısa sürede mümkün olmuyor. Nitekim Kürt açılımına ve AKP’ye desteğiyle bilinen, açılım sürecinde arabulucu - kolaylaştırıcı olarak da anılan Barzani’ye verilen bunca destekten sonra, onu tehdit etmek, pek işe yaramıyor.
Tüm bunların yanında, Türkiye’nin Suriye meselesinde yaptığı onca hatadan sonra, Suudi Arabistan ve Katar arasındaki gerilimde de Katar’dan yana tavır alması, yeni bir yanlış olarak öne çıkıyor. Nitekim bu durum Arap ülkelerinin tepkisini çekiyor. Türkiye’nin Mısır’la gergin ilişkilerinden, Müslüman Kardeşler ve Hamas ile olan yakınlığından rahatsız olduklarını saklamıyorlar. Türkiye’nin, 1995’te İsrail heyetine ilk kapı açan Körfez ülkesi olan Katar’la kurduğu yakın ilişki, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerini endişelendiriyor. Türkiye, aynı zamanda Suudi Arabistan ile de yakın işbirliğini korumaya çalışırken, Katar’ın bir zamanlar Müslüman Kardeşler ile arasının çok iyi olduğunu, Suudi Arabistan’ın baskıları sonucu bu örgütle arasına mesafe koyduğunu unutuyor. Ortadoğu’da, Körfez’de, Arap ülkeleri arasında taraf olmanın ters teptiğini görmüyor. Arapların, kendi aralarındaki sorunlarda, Arap olmayan bir ülkenin arabulucu olma çabasından hoşlanmadıklarını dikkate almıyor. Türkiye’nin, aralarında sorun olan ülkelerin hepsiyle ilişkisini muhafaza etmesinin, hem Türkiye’nin, hem söz konusu ülkelerin yararına olduğunu anlamıyor. Hemen taraf olmanın ve duygusal tepkiler vermenin bedelini ödüyor.
TÜRKİYE ARABULUCU OLABİLİR mi?
Oysa Araplar bile Türkiye kadar aktif taraf olmuyorlar. Örneğin; Katar ile İran yakınlaşıyor. Örneğin; FETÖ’cü darbe girişimine 3 milyar dolar kaynak aktardığı öne sürülen Birleşik Arap Emirlikleri hem Suudi Arabistan’la yakınlığını sürdürüyor, hem İran ile en çok ticaret yapan ülkeler arasında bulunuyor, hem Katar - İran yakınlaşmasına karşı çıkıyor. Örneğin; Rusya - Suudi Arabistan ilişkileri gelişiyor. Örneğin; Ürdün, Suriye’yle temaslara başlıyor, Şam’a heyet yolluyor.
Bunlar olurken, Suudi Arabistan - Katar arasındaki gerilimde başından itibaren Katar’ın yanında tavır alan Türkiye ise sorunun çözümünde arabulucu olamıyor. Kriz sonrasında hemen Katar’da üs kuran (üs kurma anlaşması 2014’te imzalanmıştı) ve asker yollayan bir ülkenin arabulucu olması zaten imkânsız. Arabuluculuğu Kuveyt yapıyor. Arap dünyasında öne çıkan iki ülke olan Mısır ve Suudi Arabistan (ki hem Arap dünyasının liderliği için rekabet eder, hem işbirliği yaparlar) dururken, Arap dünyasının liderliğine oynayan ve en önemlisi Arap ülkesi olmayan Türkiye, bölgede zemin kaybediyor.
Kıssadan Hisse: Dört şeye rağmen dış politika yapılamaz. Devlet kapasitesi, coğrafya, ticari ilişkiler ve enerji bağımlılığı.