CANIMI SIKAN ŞEYLER
Türkiye nereden nereye geldi?
Ne milli, ne manevi değerler kaldı artık.
Cumhuriyetin kuruluş felsefesi kötülendi, Atatürk ilke ve devrimleri ayaklar altına alındı.
Özellikle Türkiye’nin “çimentosu” niteliğindeki laiklik neredeyse tamamen ortadan kaldırıldı.
Devlet yapısı sanki bir “din devleti”ne dönüştürüldü.
Bu büyük dönüşümde en etkili ve ciddi başarılardan biri toplumun duyarlı kesimlerinin sindirilmesi oldu.
Eskiden toplumun önde gelen isimleri cumhuriyet değerlerine, ilke ve devrimlere sahip çıkar ve bunu bir görev olarak bilirlerdi.
Oysa günümüzde artık bu değerleri savunmak için kimse kendini öne çıkarmıyor, çıkaramıyor.
Tabii bunda iktidarın anında baskısı ve intikamcı tutumu çok etkili oluyor.
Bugün sizleri 46 yıl öncesine götürmek istiyorum.
O gün de bugün de Türkiye’nin en büyük özel kuruluşu Koç Topluluğu’dur kuşkusuz…
Koç Topluluğu’nun kurucusu Vehbi Koç, sadece işine odaklı bir isim değildi.
Yaptığı tüm işlerin Türkiye’ye de yararlı olmasına çalışır, iş yapacağı sektörleri de buna göre seçerdi.
Bunun dışında hemen her konuda duyarlı davranır, gördüğü aksaklıkları, hataları, yanlışları muhataplarına mutlaka “yazılı” olarak bildirirdi.
Bu bazen Cumhurbaşkanı olabileceği gibi bazen bir küçük işletmenin sahibi de olabilirdi.
Rahmetli Vehbi Koç dinine de çok bağlı bir isimdi, Cuma namazlarını kaçırmazdı.
İşte yine gittiği bir Cuma namazında vaaz veren hocanın söylediklerinden rahatsız olmuş ve dönemin Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’a bir mektup yazmış.
Bakın ne demiş Vehbi Koç;
Sayın Lütfi Doğan
Diyanet İşleri Başkanı
ANKARA
Sayın Bay Doğan;
Geçen hafta Dolmabahçe camiinde Cuma namazında hatip, hutbeye çıkarak bir takım Türkçe terimlerden bahsetti. Bu arada “Bazıları tanrı diyor, Tanrı demeyin Allah deyin” dedi. Bunu hayretle dinledim.
O akşam başka bir camiye giden bir arkadaşımla beraberdim, onun gittiği camide de hatip “Günaydın demeyin, selamünaleyküm deyin” demiş, arkadaşım buna hayret etmiş.
Bu bir talimatla mı oluyor, yoksa hatipler kendileri mi söylüyorlar? Büyük bir reaksiyon yaratmaktadır. Tanrı sözü çok güzel bir sözdür. Bu hususu sizin gibi geniş görüşlü bir din liderimizse duyurmak için bu mektubu yazıyor, saygılarımı sunuyorum.
Vehbi Koç
Şimdi herhangi bir iş insanının Diyanet İşleri Başkanı’na böyle bir mektup yazabilmesi mümkün mü?
Yazsa bile anında saray medyasında hakkında linç kampanyası açılır, din düşmanı ilan edilir.
Oysa Türkiye şimdiki gibi “din istismarına bu kadar maruz kalmadığı” dönemde bu yaşanabildiği gibi Diyanet İşleri Başkanı da böyle bir şikayete makul cevap yazabiliyordu.
Şimdi de Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’ın Vehbi Koç’a cevaben yazdığı mektubu okuyalım;
Sayın Vehbi Koç
Koç Holding A.Ş. İdare Meclisi Reisi
İlgi; 10.01.1975 tarihli mektubunuz
Başkanlıkça “Tanrı, Günaydın demeyin” diye özel bir talimatımız yoktur. Hatipler kendi anlayış seviyelerine göre hareket ediyorlar. Sürdürdüğümüz eğitimlerle uygun anlayışa getirmeye çalışıyoruz. Takdir edersiniz ki bu zaman isteyen bir konudur.
Uyarılarınıza teşekkür eder, yüce Tanrı’dan sağlıklar, başarılar dua eder selam ve sevgilerimi sunarım.
Dr. Lütfi Doğan
Diyanet İşleri Başkanı
Bİ SORALIM BAKALIM
Erdoğan’ı yine kim kandırdı?
AKP genel başkanı Amerika’ya gitti geldi.
Yola çıkarken “Dostum Biden ile aramızdaki sorunları gidereceğimize inanıyorum, ticaretimizi de 100 milyar dolara çıkarma taahhüdümüz vardı biliyorsunuz” demişti.
Ama dönüşte “dostum Biden” oldu mu “teröristleri destekleyen, hain Biden.”
AKP genel başkanının Amerika’ya giderken en büyük hayali Biden ile görüşmekti.
Aslına bakarsanız 14 Haziran’daki görüşmeden sonra Erdoğan “Eylül’de New York’a gideceğim tekrar görüşürüz” umudu içindeydi.
Önce bu görüşme için ilk temaslar yapıldı.
Ancak Beyaz Saray’dan pek olumlu hava alınamadı.
Ardından “ricacı” heyetler gönderildi.
Yine olmadı.
Erdoğan yola çıkarken aslında Biden’la görüşemeyeceğini biliyordu.
Sanıyorum bazı aklıevvel danışmanları “Biden’ı Türkevi açılışına davet ederiz gelir, o da olmazsa genel kurula girmeden önce karşılaşırsınız nasıl olsa, o zaman etrafınızı sararız mecbur bir görüşme yapılmış olur” dediler.
Tabi hiçbiri olmadı.
Türkevi açılışına bırakın Biden’ı, Beyaz Saray yönetiminden bir kişi bile gelmedi.
Genel kurul koridorlarında ise karşılaşma da gerçekleşmedi ki bunda Beyaz Saray’ın payı olduğunu öğrendim.
Brüksel’deki skandaldan sonra Beyaz Saray görevlileri özellikle “karşılaşılmamasını” sağlamış.
İşte bütün bunlardan sonra Erdoğan çok öfkelenmiş.
Türkiye’ye dönüşte ve Amerikan medyasına konuşurken açmış ağzını yummuş gözünü.
Bu konuşmaları “dik duruş” olarak niteliyor saray medyası.
Aslında yine kandırılmış oldu.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Çakal’ın anlamadığı şey
Çakalın biri aç kalınca kasabaya inmiş.
Sütçünün süt çanağını devirmiş, sütü de içmiş, fırıncının tezgahından ekmeği kapmış yemiş, nihayet bir kasabın vitrininden kocaman bir but kapıp bir güzel mideye indirmiş…
Çakalın ve etin kokusunu alan kasabanın tüm köpekleri toplanmış, çakalı yakalamak için ardı sıra koşturmuşlar.
Çakal önde, köpekler de arkada, amansız bir kovalamaca koşuşturmaca başlamış ama bir süre sonra, sütçünün köpeği yorulup takibi bırakmış.
Bir müddet daha geçince de bu sefer fırıncının köpeği, çakalı takibi bırakmak zorunda kalmış.
En son, kasabanın çıkışına yakın bir yerde kasabın köpeği de pes etmiş ve yorgunluktan dili bir karış dışarıda geriye dönmüş.
Çakalın arkasında kala kala bir tek demircinin köpeği kalmış.
Çakal önde demircinin köpeği arkada ısrarlı bir kovalamaca artık şehrin dışında kırlarda devam ederken çakal dayanamamış, durmuş ve demircinin köpeğine öfkeyle seslenmiş;
“Yahu arkadaş, sütçünün sütünü içtim tamam, fırıncının ekmeğini yedim o da tamam, hadi kasabın etini kaptım ama buna rağmen onlar bile pes etti peşimi bıraktı da, ben demirciye ne yaptım ki bir türlü ayrılmıyorsun peşimden?”
Demircinin köpeği biraz soluklandıktan sonra “Evet bize zarar vermedin ama hakkın, adaletin peşindeyim, senin gibilerin peşini bırakamam”
İşte, çakalın anlamadığı:
“Demircinin köpeği menfaat peşinde değil, sadece adalet peşinde. Çakalın kafasındaki sistem karşılıklı menfaate dayalı bir kapitalist sistem… Oysa “Seni cezalandırmam için bana zarar vermen şart değil. Sen, başkalarına zarar verdiğin için suçlusun” diye düşünüyor demircinin köpeği… O yüzden hikayedeki çakallar, demircinin köpeği gibi yalnızca hak peşinde koşanları asla anlayamayacak ve aptalca bulacaklardır. Ama demircinin adalet bekçileri de her zaman var olacaktır…”
BAŞIMDAN GEÇENLER
Faizler gerçekten bir puan düşürüldü değil mi?
AKP genel başkanı biliyorsunuz “Ben ekonomistim, bilirim” demişti.
Konu faizler ve enflasyondu.
İşte Erdoğan ekonomi bilgisini bu konuda dile getirmişti ve “Faizler artarsa enflasyon da artar” demişti.
Bu uğurda üç Merkez Bankası Başkanı’nın kellesi gitti.
En son göreve getirilen kişi Yeni Şafak’ta yazıyordu ve faiz karşıtı söylemleriyle dikkat çekmişti.
Merkez Bankası’nın ihanet içinde olduğunu ileri sürmüştü.
Erdoğan da bu kişiyi “Haydi bakalım düşür faizleri” diyerek Merkez’in başına oturtmuştu.
Ama gelin görün ki faiz düşmanı başkan 4 ay faizleri düşürmedi.
Sonunda bankanın 24 Eylül’deki toplantısında politika faizi 100 baz puan düşürülerek yüzde 18 seviyesine çekildi.
Ben elbette Erdoğan gibi ekonomist değilim.
Elimdeki üç beş kuruşun hesabını yaparım.
Ya da başım sıkışınca gider bankadan tüketici kredisi alırım.
Faizler 19’muş şimdi 18’e düşürülmüş.
İnternette bankaların verdiği faizi bilen ve buna göre hesaplayan siteler var.
Girdim birine, sanki 100 bin liram varmış gibi sordum.
Bankalar bu paraya bir yıl için 19.5 ile 20.5 arasında faiz veriyorlar.
Sonra dedim ki kendime “Bak bakalım biraz tüketici kredisi alsam ne olacak?”
5 bin lira tüketici kredisine başvuru yaptım, bir yılda ödeyeceğimi belirttim, faiz ne biliyor musunuz?
34.8 çıktı karşıma.
Rakamı 200 bin liraya çıkardığımda ise faizler yüzde 28’e düştü.
Valla iyi ki param yok yoksa kafayı yerim.
https://twitter.com/can_atakli_