TÜRKİYE'nin DIŞ POLİTİKASI NEREDE YANILIYOR?
Türkiye’nin Başika’daki askeri varlığı konusunda Irak, İran, Rusya ve ABD’den gelen açıklamalar, maalesef Türk diplomasisinin çok konuşan ama gereğini yapamayan, sözlerinin, hatta nadiren kullandığı tehdit dolu üslubun içini dolduramayan yapısını bir kez daha ortaya koydu. İngilizler bu güçsüz, etkisiz diplomasiye “dişsiz diplomasi” anlamında “diplomacy without teeth” diyorlar. Bu tablo Türkiye’nin gücüne, inandırıcılığına, caydırıcılığına ilişkin algıyı olumsuz etkiliyor. Devlet ciddiyetiyle bağdaşmıyor. Türkiye’nin sanıldığı, abartıldığı, dillendirildiği kadar güçlü, etkili olmadığı yönündeki kanaati pekiştiriyor. Irak ve Suriye’deki durum da bunu gösteriyor.
Bir kez daha anımsatalım; Suriye konusuna Avrupa’nın bakış açısının değişmesinde, Esad’ın direncinin, Rusya ve İran’ın desteğinin yanında, batı başkentlerinde gerçekleşen terör eylemlerinin ve Avrupa kapılarına yığılan Suriyeli sığınmacıların da etkisi oldu. Emperyalist Avrupa, Türkiye’ye sığınan yaklaşık 4 milyon Suriyeliye, kentlerimizde patlayan, yüzlerce insanımızı öldüren IŞİD ve PKK bombalarına pek aldırış etmedi. Bu süreçte Türkiye de, PKK terör örgütünün Suriye kolu olan PYD lideri Salih Müslim’i Ankara’da balla börekle ağırlamanın, ona Esad’a karşı işbirliği önermenin, Suriye’nin bölünmesine, rejimin değişmesine çalışmanın, er ya da geç Türkiye’nin de bütünlüğünü, güvenliğini, huzurunu tehlikeye atacağını göremedi.
Oysa denklem basit: Kürtler Suriye’de toplam nüfusun yüzde 7 – 10’unu oluşturuyor. Ülke genelinde dağınık halde yaşıyorlar. Ama Suriye’de halen denetledikleri alan, ülkenin üçte birine yakın. ABD emperyalizminin desteği olmasa, nüfusun yüzde 7 – 10’unun, ülke coğrafyasının yüzde 35’ini elinde tutması olanaksız. Türkiye - Suriye sınırı 911 kilometre olduğundan, PKK – PYD terör örgütünün bu kadar uzun bir sınırı tek başına denetlemesi, üstüne üstlük Irak’taki Kürt bölgesini de yanına katıp Akdeniz’e uzanan bir Kürt koridoru açması olanaksız. Türkiye, Suriye ve İran; PKK – PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde etkinliğini artırmasına, federasyon talebine karşı nesnel olarak aynı saftalar. Rusya ve Çin de aynı siyaseti benimsiyor. Çin heyetinin Suriye ziyareti bu anlamda önemliydi. Ne var ki Türkiye, bu konuda gerekli siyasi adımları atamıyor. Suriye, İran, Irak, Rusya ve Çin’le aynı safta buluşamıyor bir türlü.
RUSYA ve İRAN’A RAĞMEN MÜMKÜN DEĞİL
Türkiye ile Rusya arasındaki buzlar erimeye başladı, Türk Akımı projesi kesinleşti. Doğalgazda indirim yapıldı. Füze ihalesi için Rusya’ya da davet çıkarıldı. Karşılığında Rusya, Türkiye’den meyve – sebze alımının önünü açtı, Türkler için vizesiz seyahat ise ilk aşamada işadamları için gündeme gelecek. Bunun anlamı şu: Türkiye, hem Rusya’yla yakınlaşmaya çabalıyor, hem Suriye’de eski ezberlerini bozamıyor. Hem Rusya’nın bu konudaki ağırlığını kabul ediyor, hem Suudi Arabistan ve Katar’la bu konuda ittifakı sürdürüyor. Bunu gören Moskova da, Türkiye’ye tam olarak güvenmiyor. FETÖ’nün darbe girişimi sonrasında Rusya ve İran’ın Türkiye’ye karşı eli daha da güçlenmişken, Türkiye’nin Suriye meselesinde bölge güçleriyle birlikte hareket etmesini istiyorlar.
İran’ın bölgesel rekabette Türkiye’nin önünde olmasının başka nedenleri de var. Moskova’yla ilişkileri güçlü. Suriye ve Irak üzerinde çok etkili. Nükleer anlaşma sonrasında ABD ve Avrupa’yla ilişkileri hızla düzeliyor. Suudi Arabistan’la bölgede yürüttüğü vekâlet savaşlarını kazanıyor. İç istikrarı Türkiye ve Suudi Arabistan’a oranla daha sağlam. Ortadoğu’da da, Körfez bölgesinde de, Avrupa’da İran’ın sözü Türkiye’den daha fazla ciddiye alınıyor. İran’ın savaş deneyimli, askeri kabiliyeti yüksek silahlı kuvvetlerinin de bölgede oldukça önemsendiğini anımsatalım.
Buna karşın Türkiye’nin uzun yıllar yatırım yaptığı en büyük yumuşak güç unsurlarından olan, hükümetten ana akım medyaya, liberal cahillerden bürokrasiye dek hemen herkesin desteğini alan FETÖ, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye için en büyük tehdit unsurları arasına girdi. Bu olumlu bir gelişme. Ancak bu olurken, en övündüğümüz kurumların başında gelen, sert güç unsurumuz olan Türk Ordusu itibarını, saygınlığını, caydırıcılığını büyük ölçüde yitirdi. Türkiye 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında, ABD’den, Avrupa’dan umduğu desteği göremedi. Suriye sahasında aynı safta mücadele ettiği Suudi Arabistan ve Katar’dan da umduğu dayanışmayı bulamadı. Ankara darbe girişiminin, PKK ve IŞİD terörünün Türkiye’ye verdiği zararı dünyaya anlatmakta da yalnız kaldı. Türkiye bu konularda derdini anlatırken, batıdaki muhataplarından şu sözleri duyuyor: “İyi de siz bir zamanlar IŞİD için asabi çocuklar diyordunuz. IŞİD’in terör örgütü olduğunu söyleyemiyordunuz. Musul’daki Türk Başkonsolosluğu’nu basıp çalışanları rehin aldığında, Türk diplomatları misafir ettiğini söylüyordunuz. PYD lideri Salih Müslim’i Ankara’da ağırlıyor, Esad’a karşı ittifak öneriyordunuz. Hükümet ile o zamanki adıyla “cemaat” arasından su sızmıyordu. Türk politikacılar, diplomatları o zamanlar cemaat okullarının, işadamlarının lobiciliğini yapıyorlardı. Şimdi tersini söylüyorsunuz”.
AVRUPA DA DIŞLADI
Türkiye, bölgesindeki yalnızlığın aynısını Avrupa’da da yaşıyor. Şöyle ki; Avrupa uzun yıllar Türkiye’yi üyelik vaadiyle oyaladı. Türkiye’deki AB lobisi de Avrupa’ya hizmet etti bu bağlamda. Türkiye’nin hak ve çıkarlarını Avrupa’da savunmak için çalışmadı. AB emperyalizminin Türkiye’de lobiciliğini yaptı. Onun Truva Atı olarak çalıştı. Dahası AB, Gümrük Birliği sayesinde ekonomik olarak alacağını alıyor zaten. Büyük siyasi ödünler kopardı. ABD ve AB; Kıbrıs’ta, Ermeni meselesinde, Montrö hükümlerinde, açılım sürecinin yeniden başlaması için Türkiye’den yeni tavizler bekliyor. Muhtemelen de alacak. Öyle küstahlar ki, Türkiye’den daha fazla ödün koparmak için Ankara’yı bekleme odasında tuttuklarını açıkça, yüksek sesle söylemekten çekinmiyorlar. Misal; Alman şansölyesi Angela Merkel liderliğindeki Hristiyan Demokrat Birlik milletvekili Roderich Kiesewetter, AB’nin Türkiye’yle üyelik müzakerelerini durdurmasına karşı olduklarını söyledi ve ekledi: “Müzakerelerin amacı Türkiye’nin üyeliği değil. Amaç Türkiye’nin Rusya – Çin yerine, yönünü Avrupa’ya dönmesi. Sonunda katılım bulunmuyor”. (“Müzakerelerin amacı üyelik değil”, Cumhuriyet, 07. 08 2016).
Kıssadan Hisse: Dünya şunu gördü; Türkiye, Fırat Kalkanı harekâtı ile (doğru ve haklı olmakla birlikte, gecikmiş ve siyasi hedefi olmayan, siyasal müttefikleri yanlış bir harekât) kendine askeri anlamda bir alan açtı. Sürekli olarak “Esad gitsin” demeyi bıraktı. Rejim değişikliği talebini de eskisi kadar sık dillendirmiyor. Fakat “ABD’yle birlikte Suriye’de Rakka’ya, Irak’ta Musul’a operasyon yapabiliriz” dedikçe, bölge güçlerine güven vermiyor. ABD’nin ağzının içine bakan siyaseti bir türlü bırakamıyor.