ÖNERİ
Unutmayın, yoksa bu unutulduğu gibi Gezi Davası da unutulur gider
Kılınç, 28 Şubat kumpas davası nedeniyle aksız yere hüküm giymiş 14 tutuklu asker için gerçeklerin yazılmasını istiyor.
Mektubu okurken Gezi Davası geldi aklıma.
Aynı hukuksuzluk, aynı intikam hırsı ve aynı kumpas.
Açık söyleyeyim 28 Şubat Davası nedeniyle mahkum edilen 14 asker konusunu bırakın toplumu biz bile unuttuk neredeyse.
Aynı akıbet Gezi Davası için de geçerli olabilir hatta olacaktır da.
Çünkü tolum olarak çok çabuk unutuyoruz.
İktidarın haksızlıkları, hukuksuzlukları, vicdansızlıkları yaşandığı anda belki çok ciddi tepkilere neden olabiliyor.
Ancak bunların çoğu saman alevi gibi sönüp gidiyor kısa süre sonra.
Ne medyada, ne siyasi çevrelerde ne sivil toplum kuruluşlarında “fikri takip” pek görülmüyor artık.
Özellikle sosyal meyanın sürekli yenilik peşinde koşması, her saniye yeni bir gündem arayışı içinde olması sayısız ciddi olayın üzerinin çok çabuk kapanmasına neden oluyor.
O halde bu tür kumpas davalarının unutturmamak ve adaletin yerine gelmesini sağlamak için gerçekleri her fırsatta ile getirmek zorundayız.
Bu nedenle Mehmet Koray Kılınç’ın yazdıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum;
LÜTFEN;
* Bu davanın önceki benzerleri gibi bir FETÖ tezgâhı olduğunu,
* Tutuklu bu askerlerin yasaya ve kanunlara aykırı hiçbir faaliyette bulunmadığını,
* Bu davadaki yargıçların maalesef taraflı davrandığını (bunlardan bazılarının FETÖ örgüt üyeliğinden ceza aldığını, bazılarının ise firar ettiğini),
* Adil yargılanmanın sağlanması için hukuk adına ve ivedi şekilde bu davanın yenilenmesi zorunluluğunu,
* İleri yaştaki bu vatansever askerlere yapılanın bir işkence ve insanlık suçu olduğunu,
* 28 Şubat’ın bir darbe olmadığını (dönemin cumhurbaşkanı başta olmak üzere yine o dönemde siyaset sahnesinde olan yetkili kişilerin bu yönde net beyanlarının olduğunu),
* Soruşturmanın başlamasına sebep olan CD’nin bilirkişiler tarafından sahte olduğunun ispatlandığını,
* Anayasa mahkemesinin bir an önce konuyu ele almasının gerekliliğini,
* Çünkü bu askerlerin hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç olduklarını…
UNUTMAYIN
YENİ ÖĞRENDİM
Bizi kıskanan şu Almanların yaptığına bir bakın
Haber yeni değilmiş aslında, üzerinden birkaç ay geçmiş.
Ama ben yeni öğrendim.
Haber neden ilgimi çekti?
Çünkü “bizi kıskanan!” Almanların halini gösteriyor da ondan.
Konu şu: Almanya’nın Bavyera eyaletinin Başbakanı Markus Söder’in eşi Karin Söder’in, Sağlık Bakanlığı’na 28 milyon Euro değerinde koronavirüs maskesi satmak istediği ortaya çıkmış.
Alman Nürnberger Nachrichten gazetesinin haberine göre, 21 Nisan 2020 tarihinde Başbakan Söder’in “Maske Zorunluluğu” geleceğini duyurmasından bir gün önce, Karin Söder ve kardeşi Andreas Baumüller’in sahibi olduğu şirket, ilgili sağlık dairesine 16 milyon adet maske tedariki teklifinde bulunmuş.
Ancak Karin Söder’in teklifi yeterli sertifika bulunmadığı için reddedilmiş.
İşe bakın ihaleye Başbakanı’n eşi giriyor, ama ihale komisyonu “Senin belgen eksik” diyerek kadını saf dışı bırakıyor.
Ancak muhalefet olayı duyunca kıyameti koparmış.
İhale Karin Söder’e verilmemiş olsa bile Başbakan’ın eşinin maske zorunluluğu konacağını önceden haber alıp ihaleye katılmasının ahlaki kurallara uymayacağı gibi bunun hukuken de sakıncalı olduğunu ileri süren muhalefet Başbakan’ın istifasını istemiş.
Söder o sırada istifa etmemiş olsa bile kısa bir süre sona, yine yüz kızartıcı bir başka suçlama karşısına kalınca istifa etmek zorunda kalmış.
Almanlar Türkiye’yi kıskanıyor sözü bu açıdan doğru olabilir. Söder gibiler kıskanıyordur mutlaka.
Çünkü Söder Alman değil, Türk olsa baş tacı edilirdi.
Yalan mı?
BUNU YAZMAK GEREK
Havayolunu sadece imtiyazlı olanların kullanması böyle oluyormuş demek
Rize’de denize yapılmış havaalanı törenle açıldı.
Böylelikle artık Doğu Karadeniz’de yaşayanlar da uçaktan yararlanabilecek.
İlk bakışta, “Ne güzel artık herkes uçağa binebiliyor” denilebilir.
Hele Erdoğan ve adamlarının “Havayolunu sadece imtiyazlı olanlar kullanabiliyoruz, sayemizde artık herkes uçağa biniyor” edebiyatını hatırlayanlar, “Bu söz doğru” bile diyebilir.
Ama kimse kendini kandırmasın.
Uçağa ne eskiden ne şimdi imtiyazlılar binmiyor, uçağa ihtiyacı ve parası olanlar binebiliyor.
Bu iktidarın yaptığı şey birçok yere havaalanı yapmak.
Kötü mü? Hayır.
Ama işin kötü tarafı da var.
O da bu alanların sırf popülist politikalar uğruna çok büyük paralar harcanarak yapılması.
Üstüne bir de yolcu garantisi verilerek zararın iki katına çıkarılması.
Erdoğan Rize’deki açılışta “Artık bu alanı çok sık kullanırsınız” demiş.
Öyle demiş ama 3 milyon da yolcu garantisi vermişler. Bu da günde 8 bin yolcu eder ki, acaba 80 yolcu çıkar mı çok merak ediyorum.
Ayrıca yoksulluğun en üst düzeyde olduğu Rize’de kaç kişi İstanbul’a gitmek için 1327 lira bilet parasını ödeyebilecek?
Rize’de ve havaalanına yakın bölgelerde yaşayan, bu parayı ödeyebilecek kişiler de elbette vardır.
Peki, bunlar kaç kişidir ve ayda kaç kere bu yolu kullanacaktır?
Yanisi şu ki, AKP mantığına göre havayolunu bu kez gerçekten sadece imtiyazlı olanlar kullanacak.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
NATO konusunda yine içe dönük bir propaganda dönemi başladı
İsveç ve Finlandiya NATO’ya girmek için başvurunca AKP genel başkanı, “Kusura bakmasınlar, biz izin veremeyiz” dedi.
Nedeni bu iki ülkenin PKK ve FETÖ’ye kucak açması, iadesi istenilen kişileri vermemesi.
Başta Amerika olmak üzere bütün NATO ülkeleri onay verirse Türkiye gerçekten veto hakkını kullanarak bu iki ülkenin katılımını engelleyebilir mi?
NATO kurallarına göre tabii ki öyle ama uygulamanın böyle olacağını hiç sanmıyorum.
Erdoğan daha önce Rasmussen’in NATO Genel Sekreteri olmasına karşı çıkmıştı; sonra ne oldu da ikna oldu, bilmiyoruz.
Sanki Erdoğan bu kez daha sert gibi ama işin sonunda yine U dönüşü yapması hiç sürpriz olmayacaktır.
Anladığım kadarıyla bu yine iç politikaya dönük bir hamle.
Yoksullaştırılan ve yardıma bağlanan çoğu eğitimsiz ve hayli kalabalık olan kesimlere “dünyaya kafa tutan adam” imajı bir kere daha sunuluyor.
Muhalefet ise bu süreçte muhtemelen pasif kalmak durumunda olacaktır.
Çünkü veto konusunda Erdoğan’ın eleştirilmesi “NATO’cu, Amerikancı” olmak ve “terörü destekleyen ülkeleri desteklemek” şeklinde nitelendirilecektir.
Ayrıca zaten muhalif çevrelerde NATO ve Amerikan aleyhtarlığı daha geniş bir alana yayıldığı için bu propaganda hayli etkili de olacaktır.
Sonunda Erdoğan U dönüşü yapar yine olan muhalefet muhtemelen kendi içinde yaşayacağı tartışmaların gölgesinde kalarak yıpranır.
UYARI
Sözleşmelerdeki minicik yazılan şartları okumazsanız başınıza bu gelebilir
Bir mal veya hizmet aldığımızda bazen minicik harflerle yazılmış bir sözleşmeyi de imzalarız.
Formalitedir bu görünürde, çoğumuz dikkat bile etmeyiz, basarız imzayı geçeriz.
Çoğu kez hiçbir şey olmaz tabii.
Ama bazen…
İşte o “bazenler” bazı kişilerin başını yakabiliyor.
Bir okurum yazmış başına geleni.
Hukuken haksız olabilir ama ahlaken büyük haksızlığa uğradığı kesin.
Okuyalım birlikte:
Can Bey Merhaba,
Öncelikle iyi ki varsınız, sağlıklı günler ve iyi çalışmalar dileriz.
Sadık bir okurunuz olarak, genellikle başka insanlarında zarar görmemesi için böyle durumları köşenizde yer verdiğiniz için başımıza gelen fıkra gibi bir yeni nesil dolandırıcılık vakasını sizinle paylaşmak isterim.
Kurumsal olduğunuz düşündüğümüz ve ismine güvenerek Remax Karun Emlak Ofisi ile Bomonti’de bulunan konutumuzun satışı için 03.02.2022 tarihinde sözleşme imzaladık.
Geçen haftalarda ailecek tatilde olduğumuz dönemde evi görmek isteyen bir müşteri için emlak danışmanı arayarak randevu talebi istedi, durumu anlatarak yine mahcup olmamak için bir arkadaşım ile anahtarı gönderdim fakat yanlış anahtarı göndermişim. Tatilimizden dönünce müsaitliğimiz için haber verdiğimizde ihbarname elimize ulaştı.
Gerçekten sözün bittiği yerdeyiz, fıkra gibi bir olay gerçekten; evimizi gösteremedik diye 66 bin TL sözleşmeye dayanarak cezai şart talep etmekteler.
Tam bir yeni nesil nitelikli dolandırıcılık vakası, bu talep hangi hakla hangi mantık ile hangi hukukla istenebilir.
Bu olayın üzerine kararlılıkla gitme kararı aldık ailecek, ilgili makamlara da ileteceğim. Sizlerle de paylaşmak istedik.
NOT: Okurum “dolandırıcılık” diyor ama aslında o küçücük sözleşmede bu yazılı. Yani hukuken zor bir durum. Şirketin yaptığı ahlaka hiç sığmıyor. Sanıyorum şirket adına yaraşır biçimde müşterisinin bir yanlıştan kaynaklanan tazminatından vaz geçecektir.
Pazartesi günü yayınlanan sohbetimde Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya tepkisini, Salı günü ise Bahçeli’nin Soylu’ya destek olmak için hayatında ilk kez uçağa binmesini, bunun önemli gelişmelerin habercisi olduğunu anlattım. İzlemediyseniz çok şey kaçırdınız demektir. Bugün de yine çok ilginç bir konuyla yine sabah 09.30’da canlı yayınla karşınızda olacağım.
https://twitter.com/can_atakli_