YANITI HEP AÇIK KALACAK SORULAR!

YANITI HEP AÇIK KALACAK SORULAR!
 
Ülkemiz son 15 yılda nereden nereye geldi, nereden nereye sürüklendi, bu faturayı kimler nasıl ödedi, yerli ve milli diye diye ileri gidenlerin, “Yeni Türkiye’yi” dizayn edenlerin daha ne gibi hesapları var? Bu ve benzeri sorular hep izaha muhtaçtır…
 
Hal böyle iken inadına Atatürk, inadına Cumhuriyet, inadına laiklik demenin zamanı değil midir? Ya da kalem namusu olanlara, her dönem huzur verenlere, sarsılmaz güven duygusunu kanıtlayanlara, zarif sükûnetleriyle uçsuz bucaksız bilgeliğinin altını çizenlere, her karanlığı aydınlatan, her soğuğu ısıtan ve her yalanı utandıranlara her zamankinden daha çok arka çıkmak zamanı değil midir?
 
Yine o eski ve zorlu günlerin eseri, hatta şaheseri olan kitapları yeniden ve yine okumanın- okutmanın zamanı değil midir? Esip gürleyenleri, posta koyanları, yumruğunu masaya indirenleri gördükçe; sevimli öfkeleriyle, sempatik inatlarıyla içimize su serpenlere daha çok sarılmanın zamanı değil midir?
 
O’nu görerek, duyarak, yaşayarak özleyerek geçen orta yaşın net olmayan gözleri ama net olan bakışıyla; bir tek günümüz mutlu, huzurlu, umutlu, hata daha neler olacak kaygısıyla geçmeyecek mi diye sormanın sırası değil midir?
 
Bir yanda Mersin’de bir okulda kızlı- erkekli oturmanın yasaklandığı çağdışı bir görüş, bir yanda İzmir Atatürk Lisesi öğrencilerinin kızlı- erkekli zeybek oynayıp, vals yaptığı çağdaş bir eğitimimiz var. Bir yanda Denizli’de Tuğçe- Bilal Aslan çiftinin 29 Ekim’de evlenebilmek için 6 ay beklediği bir duyarlılık, bir yanda Hakkâri Şemdinli’ye bağlı Derecik beldesinde İstanbul’dan kalkıp Koçyiğit Ortaokuluna giderek 40’ı kız 50 kişilik koro kuran Nihal Salda öğretmenimin yazdığı sanatsal bir destan var var. Ne yapalım ki, (ne yazık ki!) ne mutlu ki durum budur…
 
Bir yanda Yeni Türkiye adı altında tek adam rejimine doğru doludizgin giden, parlamenter sistemi dışlayan, konuştukça (bağırdıkça mı demeliydim) keskinleşen bir adayın her şeye hâkim olduğu iklime sürüklenen bir ülke, diğer yanda her sözüne alkışın dozunu ve gücünü artıran çoğunluk için; işsizliğin, siyasi kavgaların, hukuksuzluğun, kadın-erkek eşitliğinde 144 ülke içinde 130. sırada oluşumuzun hiçbir anlam ifade etmediği bir anlayış var.
 
Bir yanda; “demokrasinin, özgürlüğün, laikliğin güvencesi biziz” diyen pişkin bir siyasi irade, bir yanda yaratılan korku ikliminin hedeflediği ve tetiklediği ortamda durmadan damarlarımızda gezinip duran kimimizin baş ettiği, kimimizin altında kaldığı ortak korkularımız ve konularımız var.
 
Bir yanda söylenenlere itirazı olanlar,  söyleyenlerin art niyeti olduğunu düşünenler, yapılmaya çalışılanlara karşı çıkanlar, bir yanda samimi, ikna edici ve inandırıcı olmadıkları için tuzla buz olan dostlukların bittiğine inananlar var! Bir yanda yanıtı alınamayan soru işaretleri, bir yanda ülkemiz eksen değişikliğine giderken derin derin hatta kara kara düşünen ve bedel ödeyen aydınlarımız var.
 
Bir yanda darbe sadece silahla, tankla, topla, postalla, tüfekle yapılmaz diyenler var. Diğer yanda kayyum, kısıtlama, kapatma, soruşturma, kovuşturma, yakalama, gözaltına alma, yurtdışı yasağı koyma gibi yöntemlerle de yapılır diyenler var.
 
Bir yanda sorumlu mevkilerin; “kandırıldım, aldatıldım, yanıldım, özür dilerim” diyen sorumsuz siyasileri, bir yanda bu yetmez, ülkeye daha nasıl kötülük edebilirim, daha nasıl rezil edebilirim diye düşünenler, plan ve proje yapanlar var.
 
Bir yanda muhabirlik yerine muhbirliği seçenler, diğer yanda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin raporuna göre; kapatılan 170 yayın organı, tutuklanan 105 gazeteci, sarı basın kartı iptal edilen 777 basın mensubu, işsiz kalan 2500 gazeteci var.
 
Bir yanda bir zamanlar Ankara’nın kulaklardan silinmeyen; “Ortadoğu’da Türkiye’den habersiz yaprak kımıldamayacak” şeklindeki stratejik(!) sözü, diğer yanda Erdoğan’ın; “Onlar bana diktatör demiş, şunu demiş, bunu demiş hiç umurumda değil. Bir kulağımdan girer, öbüründen çıkar. Milletim ne diyor, önemli olan budur” sözleri var. Bir yanda Ortadoğu’da Türkiye’den habersiz kımıldamayan yapraklar(!), diğer yanda eksikli, kusurlu, yaralı ve temsili demokrasimizin ülke dışından görünüşü var. Bir yanda; “Avrupa aklını kendine saklasın. Bizim ülkemiz demokrasiyle yönetilen bir ülkedir” diye açıklama yapan Erdoğan, diğer yanda yazdıkları için, yazmayı seçtikleri için, barıştan ve Cumhuriyet değerlerinden yana oldukları için mağdur olan, kurban seçilen ve ülkemizi büyük bir hapishanede temsil edenler var.
 
Bir yanda; “Yaşam tarzıyla ilgili kaygılar, ülkemizde 15. sırada yer alıyor. Halkın önceliği terör, ekonomi, işsizlik, gelir dağılımı” diye açıklama yapan bir başbakan, diğer yanda uçan tekmeleri özgür bırakarak kadınların yaşam alanını daraltan bir yargımız var.  Bir yanda temellerinden sarsılan bir cumhuriyetimiz, her gün biraz daha artan toplumsal şiddet, her gün biraz daha ayağımızın altından kayıp giden laik Türkiye’nin burukluğu, diğer yanda bu yılın ilk altı ayında kamuya alınan 5622 yeni makam aracı, böylece 106 bin 500’ü bulan araç saltanatımız var.
 
Bir yanda her şeyimizi borçlu olduğumuz Atatürk, kulluktan yurttaşlığa geçişin adı olan Cumhuriyetimiz ve tüm bunlara sahip çıkmanın sorumluluğu, diğer yanda asrın lideri, ümmetin önderi olmak için zamana ve mekâna hükmedenler var…
 
Maruzatım bundan ibarettir...