YAZMAK İÇİN BİR SÜRÜ NEDEN, PEK ÇOK da KONU VAR…
Sırayla gidip, son birkaç günde yaşananlara bakarsak;
İşin bir öncesi, bir sonrası, bir de bugünü olan sürece baktığımızda; 18 yıl önce AKP kurucuları arasında yer alan, 13 yıl boyunca AKP kadrolarında bakanlık yapan, önemli koltuklara oturtulan, Ali Babacan; “Aklen ve kalben ayrışma yaşıyorum” diyerek yolları ayırınca ipler koptu. Bu açıklama bazı kesimlerce 17 yılın yorgunluğunun, dava şuurunun dışında “dili ve tarzı değiştirmek gerekir” anlamına gelen bir çıkış olarak değerlendirildi.
Bu ayrılık üzerine CB, Sesine ve bakışlarına kırgın, kızgın, sitemkâr, mesafeli bir tını yükleyerek; “Ümmeti parçalamayın!” yanıtını verdi.
Yüksek tepelerde bu açıklamalar yaşanırken; Rekor kıran işsizlik ülkeyi kavuruyormuş, kayıtlı işsiz sayısındaki yıllık artış oranı yüzde 69 olmuş, kriz okuryazar olmayanı da, doktoralıyı da aynı ölçüde vuruyormuş, lisans mezunu, yüksek lisans yapmış, doktora dereceli 25-29 yaş grubu yüzbinler İŞKUR kapısında kuyruk oluşturuyormuş! Geçiniz…
Davutoğlu’nun; “komşularla sıfır sorun” şeklinde formüle ettiği üstün politikası sayesinde 5 milyona yakın konuk göçmenle demografik yapımız ciddi tehdit ve tehlike altında imiş. Yüz binden fazla Suriyeli bebek Türkiye’de doğmuş, 400 bin Suriyeli çocuk Türk okullarında okuyormuş, çalışma yaşındaki 1 milyon 100 bin Suriyelinin 62 bini resmi kayıtlı olmak üzere 650 bini çalışıyormuş. Ne iyi…
Ülkemizde ev alan 981 kişi vatandaş olmuş. İlk sırada İran, Irak, Yemen, Afganistan, Suriye bulunuyormuş. O da çok iyi…
Bir zamanlar üst perdeden vaat edilenler; Mesela milli gelir artacak, dolar düşecek, ihracat rekoru kırılacak, ithalat dibe vuracak, kalkınmada hedefler aşılacak, tüm bunlar ülkeyi 2023’e taşıyacak gibi büyük sözlerin yerinde yeller esiyormuş. Olabilir…
Yine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle, ülkemiz şaha kalkacak, ekonomi kanatlanıp uçacak, damat bakan 2.5 milyon kişiye iş bulacak, umutlar tavan yapacak sözleri havada kalmış. Olsun…
Söz buraya gelmişken “Kadın Üniversitesi” yazıma gelen iletiler üzerine bir parantez daha açmalıyım. Japonya küresel toplumsal cinsiyet eşitsizliği raporunda 110.sırada yer alıyor. Onların 19.yüzyılda başlattıkları kadın üniversitesi modelini biz 165 yıl sonra ülkemize getirmeye çalışıyor, bunun için YÖK’e talimat veriyoruz! İyi de bilimden, bilimsellikten uzaklaşan, cinsiyet eşitsizliği içeren, eğitimin temel ilkelerinden olan karma eğitimi yok sayan ve adına 2. Kalkınma Planı denilen program kapsamına alınacak olan bu uygulama kadını toplumdan dışlamayı hedeflemiyor mu? Oysa bilindiği gibi üniversiteler anayasanın 130.maddesine göre kanunla kurulur, bunun için de kısa, orta ve uzun vadeli planlamalar yapılır…
Ülkemiz tarihinde görülmemiş derinlikte bir siyasal ve sosyal ekonomik bunalımda iken, ekonomik kriz ve artan yoksulluk hepimizi hop oturup hop kaldırırken, ortak akıl siyasetten ekonomiye her alanda yeni bir yön, yeni bir yöntem, yeni bir yönetime ihtiyaç duyarken tek eksiğimiz kadın üniversitesi açmak mıdır? Nokta.
Madem gündemden satırbaşlarıyla gidiyoruz, bir konuyu daha açalım!
Üç yanımız denizlerle, dört yanımız düşmanla, beş yanımız ormanla kaplı olan ülkemizde; Muğla’da 400 hektar, Bodrum’da 15 hektar alan yanıp kül olunca, nedendir bilinmez! Yangın uçağımızın olmadığı, orman görevlilerinin sayısında ciddi azalma olduğu ortaya çıktı. Bunun üzerine CB; “Biz her zaman yemyeşil bir Türkiye için çalıştık, çalışıyoruz” diyerek içimize sular seller serpti! Bu konuda pek çok kulak tıkalı iken, CB’nın, yeşile yönelik bu açıklamasını daha çok önlem alınacak şeklindeki umutlarımıza aralanan bir pencere sayarak, biraz da ODTÜ’ye uzanıp en önemli soruyu soralım mı?
Bilindiği gibi yeni bir yurt yapmak için ODTÜ yerleşkesinde ağaçlar kesildi. Okulun mezunlar derneği “biz imece usulüyle yaparız” derken, Mansur Başkan “biz yapalım” önerisinde bulundu. Yönetim kulağını bu seslere kapayarak “ben yeşili sevmem ağacı keserim” demeye getirdi! İnsanın aklına da ister istemez dünden bugüne merkezi hükümetin bu kuruma uzanan güçlü elleri geldi! Kuruma her daim bu özel ilginin ve ısrarın nedeni ODTÜ’nün toplumsal duyarlığı mıdır, dik duruşu mudur, arazisinin iştahları kabartan marka değeri midir, yoksa rant için önemli bir adres olduğu gerçeği midir? Bu sorular yanıta muhtaçtır…
Sonra ne mi oldu? Ağaçlar kesilip, yemyeşil olan yerler grileşince geriye sadece; “Kesmeyin hocam!” diye haykıran ODTÜ’lü gencin çığlıkları kaldı…