YERLİ ve MİLLİ TEK SORUN mu? GEÇİM…

YERLİ ve MİLLİ TEK SORUN mu? GEÇİM…

Bir süre önce yazdığım; “Sisteme sitemimdir” başlıklı yazımda altını ve üstünü uzun uzun çizdiğim için “seçim” konusunu noktalayarak, “geçim” konusuna geçecekken yine yaz diyen yeni açılımlar olmasın mı? Bu durumda yarım bırakmak olur mu? Olmaz! Ben de kendimce ve saf saf bu konuda bu kadar yeter diyordum!

Efendim! AKP’nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı Bay Zeybekçi; “Benim yaşam şeklim İzmir’le aynıdır” demiş. İzmirlinin yaşam şeklinin ne olduğunu açıklamamış. Soru şu! Bu açıklamasından AKP genel başkanının ve parti kurmaylarının haberi var mı? Bu sözler geç kalmış bir itiraf mı? Geçici bir hoş görünme çabası mı? Seçimlere az kala bir propaganda şekli mi? İzmir halkı bunu duydu mu?

Yine AKP’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mehmet Bey; “Son dönemlerde bazı arkadaşlarda bir hava başladı. Eskortlar, önden gidenler, arkadan gidenler, korumalar falan filan. Ne oluyor? Bu ne saltanat? Üç günlük dünyadayız şurada!” buyurmuş. Soru ve merak şu! Bay Özhaseki, bu sözleri hangi arkadaşları kastederek söylemiş, yüksek tepelerden duyan olmuş mu? Duyulmuşsa ona ne yanıt verilmiş?

Bu arada günlerdir yazılıp çizilen hayali seçmenler üzerine suskunluğunu nihayet bozan YSK başkanı Bay Güven, güven veren bir ses tonuyla; “Mükerrer seçmen de, hayali seçmen de, sahte seçmen de, ölü seçmen de yok, 56 bin seçmenin kaydı donduruldu” (ne demekse) demiş. Bu en yüksek düzeyden ve en yüksek perdeden gelen açıklama “sorun yok, gönül huzuruyla oy kullanabilirsiniz!” mi demek, bu açıklamayı böyle mi anlayalım?

Bazı yerlerde seçmen 8 kat artmış, su kuyusundan 20 seçmen çıkmış, 20 dairede 1847 kişi kalıyormuş, bazı yerleşim birimlerinde dikkat çeken artışlar saptanmış. Yönetime ve YSK başkanına göre bunların tümü iftira imiş, bunlara inanmamamız gerekirmiş, bunlar tepki seliymiş, siyasal iktidarı itibarsızlaştırmaya yönelik kara çalmalarmış, aslı astarı yokmuş. Çok iyi o zaman…

Demem o ki; bu yazı öncesi içim çok sıkkındı. Nasıl sıkılmasın ki? Olup biteni duydukça, basına yansıyanları okudukça sıkılmayan mı var? Ta ki YSK’dan gelen net açıklamayı duyuncaya kadar sıkıntım sürdü. Sonra da koskoca YSK’nın görev süresi uzatılan başkanı temelsiz,  belgesiz, afaki konuşur mu? Konuşmaz deyip rahatladım!    

Şimdi sabırla bundan sonra gelecek açıklamaları bekliyor, Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle “tıpış tıpış” oy sandığına koşacağım günü hayal ediyorum…

Nasılsa artık gece gündüz, sabah akşam, yatsı imsak canlı cansız tüm yayınlarda; ülkemizde yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar tarihe karışmıştır diyen bir parti genel başkanı ve tarafsız CB var.  20-24 yaş grubu gençlerin yüzde 33’ü boşta geziyormuş! Fiyatlar el yakıyor, pazarcı tezgâh açamıyor, esnaf kepenk indiriyormuş. Yok, öyle şey canım? Öyle olsaydı yöneticilerimiz bu kadar rahat olabilir miydi? Ya da 6 ayda 710 bin kişinin daha işsiz kalması yönetim katında bu kadar rahat karşılanabilir miydi?

Semt pazarlarında sarımsak artık tane ile alınırken, emekliler ellerinde torbaları saatlerce dolaşarak fiyatların düştüğü akşam saatlerini beklerken, iki adet kabak, iki adet havuç alan müşterisine, pazarcı; “Abla tane ile aldın diye sen utanma sakın, ben aldıklarını tek poşete koyarım çok görünür” diye teselli eder miydi?

“Şehirde çöp dağları yok” diye övünenler; günden güne yoksullaşan insanları, karın tokluğuna çalışanları, bebesi kucağında duvar diplerinde dilenen kadınları, buz gibi havaya rağmen araç camı silmek için koşturan çocukları görmezden gelebilir miydi? Ülkenin onca köklü sorunu varken güle oynaya seçimlere gidilir miydi?

Ülkede işler kötü gitseydi! İşyerleri kapanıp kahveler çoğalırken mevki ve makam hırsı gözleri bu kadar kör eder miydi? “Bakan ol, İzmir Belediye Başkan adayı ol, başbakan ol, Meclis başkanı ol, olmadı, İstanbul’a aday ol!” denildiğinde hepsine evet denilebilir miydi?

10 bin kaçak kurs varken, hayatımıza, sanatımıza, sanatçımıza saldırılar artmışken, şu anda yerli ve milli tek sorun geçimken, 126 ülkeden 133 kalem meyve- sebze ithal ediyorken, kardeşlik- sevgi, dayanışma- paylaşma gibi değerlerin yerini sindirme, korkutma, bezdirme almışken yeni kurulan partinin gelen başkanı(!) yepyeni 11 maddelik manifesto açıklayabilir miydi?

Seçimden önce az indirim, seçimden sonra bol bindirim bizi bekliyorken, kentler için ne yararlı, ne kadar yararlı, ne kadar gerekli ve ne kadar öncelikli diye düne kadar tartışılmazken, seçime az bir süre kala; şehir planları, çevreye saygılı şehirler, tasarruf, şeffaf ve halkla birlikte yönetim, tüm canlılara kucak açan kentler, dikey değil yatay kentleşme sözü verilebilir miydi?

Şimdi sorması ayıp değilse! Başa sarıyorum? “Gönül belediyeciliği, tevazu samimiyet ve gayret! Önce millet sonra memleket!” sloganlı manifesto ülke dibe vurduktan sonra mı akla geldi? Yeni Türkiye bu mu yani!