Doğa yeşillerin en güzelinden bir ipek sermiş sanki toprağında hasret yarası yeryüzüne!.. Hem de mevsimlerin gül dalında halay çektiği şu efkarlı ve tebessümlü günlerde...
Rengini şaşırmış bulutların güneşle adeta saklambaç oynadığı şaşkın sabahlarda, tomurcuk vermiş masum çiçekler, yüreğinde sevda saklayanlara naz da taşıyor sanki!..
“Kimler geldi, kimler geçti şu dünyadan” demeden kendi demindedir yaşam ve kendi halinde bir keşmekeş içindedir kayboluşlarında barınan!..
Ne çare ki yaşam, her anında bir özlem de saklıyor pervasız ve bazen de dönüşü olmayan o zalim gidişlerinde...
Olsun “yar”, yine de olsun... Bizden ne koparırsa koparsın yaşam, dünya dönüyorsa yüreğimize can katanlara bakalım iyisi mi?..
Her zamanki gibi gözlerimin önünde, tüm görkemiyle “Leylandi” çamlarından nefes saçılıyor çevreye... Rüzgar çam kokusundan buseler de dağıtıyor ağlamakla gülmek arasında bocalayan günahsız gökyüzüne...
Tam da bakışlarımın manzarasında, boydan boya “Lavanta”lar hançerenin pususuna yatmışçasına yeşile bürünmüş!..
Velhasıl onlar da, bıkmadan usanmadan ve de kozalarından fırlamayı bekleyen kelebek tadında...
Yanakta şımarık kokular!..
Uçsuz bucaksız ovalarda, “Yalnızlar Vadisi”nin kıyılarında, aşk öpücüklerinden yorgun düşmüş patikalarda, gizemli ağaçların duvarlarında ve de tabi ki yerlerde, duvar diplerinde, üstelik gül gölgelerinde zalimcesine öper gibi “Biberiye” kokusu...
İşte tenlerin ezeli yoldaşı “Hanımeli” salçım saçak duvarlara asılmış arsızca ve belki de doğaya meydan okurmuş gibi pervasızca... Ve nefes kesen kokusunda, her zamanki gibi utangaç bir sevda çığlığının pas tutmuş acımasızlığında...
Sevdasını gizleyen ceylanlar gibi “Yasemin”ler de yoldaş olmuş dallara... Ve toprağa düşen her çiçek sanki el de sallıyor baharın aşk çığlığıyla helak olmuş halaylarına...
Hiç kuşkusuz tüm bunlara avuç açmış yeni yetme çimlerde, yaşamın karmaşasında yollarını arayan masum, çaresiz ve de savunmasız böcek sesleri...
Hem de kahverengi toprağın en derinlerinden adeta papatya yaprakları uzatan, cana can katarcasına umut veren yaşam zerrecikleri...
Güllerde yar şavkı!..
İnsanı aşık edercesine kendine çekiyor bu mevsim, içinde ne yazıldığı bilinmeyen gizemli mektuplar gibi!..
Bu yüzden mi içimde acaba bahar kokusu ve yar mendilinde güllerin şavkı vurmuşçasına sevda nakışı...
Ve yakası yırtık bağrımda, tuhaf bir özlemin dinmeyen kalp atışı...
Heyhat, gözlerimi her kırpışımda sanki hasret türkülerinin satırlar dolusu zalim nakaratı...
Doğa tüm güzelliği, tüm bitmeyişi, tüm doğurğanlığı, tüm haşmeti ve de tüm feryadıyla güne “merhaba” derken acaba her sabah şunu da mı anlatıyor bize yar;
“Kök salın sevda için, yar için... Filiz veren umut için, can için...”
Ana gibi yar...
Doğaya her baktığımda, doğadan her nefes alışımda ve doğanın bağrında yaşamın değerini anladığım her anda genzimde zılgıt çalan bir çiçek gibi, tek gerçek çakılıp kalıyor aklıma;
Bizi yaşama tutundurmak için kök salarcasına çığlık atan “ana gibi”dir “yar...” Ana gibi, anne gibi, can gibi...
Çünkü biliyoruz tek kelimeyle doğadır ana...
Çiçek saçan, filiz veren, çevresini yeşil zümrütlerle süsleyen, kışta, karda kıyamette, yağmurda boranda, rüzgarda fırtınada, güneşte gölgede, heyelanda depremde, velhasıl doğanın her direnişinde yıkılmayan bir çınardır ana...
Bir çınar ki, gölgesinde can büyüten, sevdasıyla nefes veren, kollarıyla aşkla tutan...
Hele de insanın kanını kaynatan bahar aylarında doğaya her baktığımda, “yaşam ne kadar da güzel” dedirten her canlıya şaşırdığımda, bizi bağrından çıkaran ve ayakta durdukça bağrında tutan analar gelir aklıma...
Bu mektup işte bu yüzden, anneme ve tüm analara...
Bilesiniz, yaşam neresiyse sizin için diyar; öpün ellerinden, olmaz ana gibi yar...
Yarın 8 Mayıs... Yüreklerde kök salan sevdalar gibi, “Anneler Günü”nüz kutlu olsun...
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac