YURTTAŞIN YÜZÜ! YÖNETİCİLERİN SÖZÜ…

YURTTAŞIN YÜZÜ! YÖNETİCİLERİN SÖZÜ…

Haftanın ilk yazısında, okurlarımı günlük politikadan, genel siyasetten uzaklaştırayım istedim. O nedenle hayat pahalılığı, artan gasp ve cinayetler, mutsuzluk, yerle bir olan umutlar, yakın vadede çözülmesi mümkün olmayan bunca sorun, artan zamlar, ardı arkası kesilmeyen işsizlikten söz etmek yok.

Tüm bunların yurttaşın sadece cebine değil, yüzüne, bakışına, davranışına da yansıdığına dikkat çekmek yok! Zaten sizler çevreye göz atınca, bana yerden göğe hak vereceksiniz…

Bizde durum maalesef buyken, bugün izin verin ve bağışlayın batıya uzanıp, biraz oralardan örnekler sıralamaya çalışarak içimizi açalım! Özellikle gençlerimizin okuması gereken bir yazı olmasına özel özen gösterelim…

Şimdi eski yılların Fransa’sına, bugünün Almanya’sına doğru yola çıkma, çok yalın, çok sade, çok temel noktalarla bir kaç örnek sıralama zamanıdır. (Aslında bu ve benzeri örneklerin sayısı az olduğundan kimi saysam, saymadığıma haksızlık olur ama onları da bir başka yazının konusu yaparız artık.)

İlk durağımız Almanya! Şansölye Angela Merkel 18 yıl yürüttüğü Hristiyan Birlik Partisi Genel Başkanlığı görevinden ayırılıp partililerine veda ederken, bağırmadan, haykırmadan, beden diline yüklenmeden sakin ama yer yer duygulanarak; “Haysiyetimle geldim, haysiyetimle gidiyorum” derken dakikalarca ayakta alkışlandı. Açılan pankartların birinde; “Seni her zamankinden daha çok özleyeceğim!” ifadesi dikkat özellikle çekti.

Sırada Fransa var! 1905 doğumlu olan ve varoluşçuluk akımının önde gelen temsilcisi Fransız düşünür ve kuramcı Jean Paul Sartre var. 1890 doğumlu olan önce başbakanlık sonra cumhurbaşkanlığı yapan 20.yüzyılın önde gelen asker ve devlet adamı Charles De Gaulle var. Sütun konuklarımız bugün onlar…

İşte bu Sartre; Fransa’nın Cezayir’i (1954) işgal altında tuttuğu yıllarda sokaklarda Fransa’nın haksız işgalini kınayanlarla birlikte sokağa çıkıp bildiriler dağıtırken ve bu eylemi Fransa’da, yani kendi ülkesinde yaparken, olaylar büyür. Bunu üzerine bazı yetkililer, devlet başkanı De Gaulle’a, Sartre’ın kulağını çekmesi konusunda uyarı da bulunurlar.

De Gaulle, kendisi hakkında atıp tutan ve düşünceleri kendisiyle taban tabana zıt olan Sartre’ın arkasında dimdik durarak şunları söyler; “Onu nasıl sustururum! Sartre’a dokundurmam. Çünkü Sarte Fransa’nın ta kendisidir.”

O Sartre ki Fransa’nın en büyük devlet nişanı oyan Legion D’honneur verildiğinde elinin tersiyle iten, Nobel ödülünü gerisin geri gönderen biridir!

Sartre olmak kuşkusuz bir hünerdir ama De Gaulle olmak da yürek ister…

Tam da burada söylemeden yapamayacağım, ya da yazmadan geçemeyeceğim! Bu örnekte olduğu gibi, derslerini yıllar sonra bile unutamadığım bazı hocalarımın aklıma mıh gibi kazınan sözleri gibi, her hafta bizleri bilgi bombardımanına tutan bazı yazarların belleğimizden çıkmayan yazıları gibi, tıpkı büyüklerimizin yılların imbiğinden geçmiş deyimleri gibi, tıpkı eskilerin nice zorlukları aşmış atasözlerini sık sık önümüze sürmeleri gibi…

Hz. Ali; “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” derken bunları kast etmiş olmalı. Sizce de öyle değil mi?