ÇOCUKLARIMIZ NEDEN MUTSUZ?

MUTLU VE MASUM ÇOCUKLARA NE OLDU?

Hüzün Yücel

Her çağ kendi insan modelini mi oluşturur yoksa çağımızın vebası teknoloji mi bizleri kendine adapte ediyor?

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatımıza giren akıllı cihazlar hiç kuşkusuz pek çok alanda elbette ki hayatımızı kolaylaştırıyor. Toplu taşımada, sokakta, izinliyken ve hatta tuvalete bile giderken elimizden bırakmadığımız akıllı telefonlar artık hayatımızın tam merkezinde yer alıyor ve vazgeçemiyoruz.

Ancak hayatımızı kolaylaştıran akıllı cihazlar ya da bazı sosyal medya ağları, internet siteleri o kadar da masum değil. Bunları kullanan çocuklarımız ve gençlerimiz maalesef mutsuz, umutsuz ve asosyal…

Sosyal medya siteleri, internet oyunları çocuklarımızın ne yazık ki beyinlerini boşaltıyor ve onları birer bağımlı hale getiriyor. Kısacası çocuklarımız suskunluk sarmalının pençesinde kimliklerini arıyor.  

Haber Habere ekibine kapılarını açan Psikolog ve Özel Eğitim Uzmanı Özgü Ertul’a pandeminin çocuklar ile yetişkinlerin zihin sağlığına etkisi, teknoloji bağımlılığı ve Z kuşağına varana değin pek çok konuyu sorduk.  Yaşanılan anın öneminden bahseden Ertul, dijital çağda çocuklarımızın ruh sağlığını korumanın püf notlarını bizler için anlattı.

H.Y: Biraz kendinizden bahseder misiniz?

“Gazi Eğitim Fakültesi Özel Eğitimi Bölümü’nden mezun oldum. Ardından psikolojide yüksek lisansımı yaptım. Yaratıcı Drama, zekâ testleri ile çeşitli terapi eğitimlerine katıldım. Özel Eğitim alanında çok sayıda eğitim kitap ve materyallerini hazırladım. Bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda görev yaptım. Sonra Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezimi kurdum. Bu sırada bütüncül bir yaklaşım olan Çok Yönlü Otizm Eğitim Programı (Anless) geliştirildi. Şimdi de Lavanta Psikoloji ’de terapist olarak çalışmalarımı sürdürüyorum.”

H.Y: Lavanta Psikoloji‘de neler yapılıyor?

Çocuk Aile Danışmanlığı, Yetişkin Terapisi, Kognitif Rehabilitasyon, Özel Eğitim Danışmanlığı ile Çok Yönlü Otizm Programı uygulanıyor. Neden Lavanta sorusuna ise şöyle yanıt vermek istiyorum. Yaşadığımız dünyada insan tek başına bir varlık değil. Diğer canlılarla birlikte bir bütünlük içinde doğada yaşıyoruz. Yaratan derdiyle birlikte devasını da veriyor. Lavanta psikolojik rahatsızlıklarda ilaç gibi değerlendirilen, benim de çok sevdiğim kadim çiçeklerden birisidir.

H.Y: Gerçekten Lavanta insana huzur veriyor. Özgü Hanım, farklı bir nesil yetişti. Ne biz çocuklarımızda kendi çocukluğumuzu yaşıyoruz ne de yaşatabiliyoruz. Artık saklambaç, yakar top, körebe gibi oyunları oynayan çocuklar yok.  Bunun yerine internette savaş ve cinayet oyunlarını oynayan çocuklar var. Mutlu ve masum çocuklara ne oldu?

“Her çağ, kendi koşullarında değerlendirilmelidir bence. Her çağın, kendine göre insan modelleri ortaya çıkar. Geçmiş zamanlardaki çocukluğumuzun ve anne babalarımızın güzel özelliklerinin yanı sıra olumsuz yönleri de bulunuyordu. Ancak geçmişi özlem duyarken yaşadığımız şu anı kaçırıyoruz. Doğrusu “Anı” yaşamaktır.  Ortaya çıkan ürünü kabullenmemek, bir sorun var ise çözümü de güçleştirir. Her çağın olduğu gibi bu çağın da bir insan özelliği var. Anne baba çocuğu dünyaya getiriyor. Ancak çocuk kurslarda, kreşlerde, eğitim ortamlarında, spor salonlarında ve değişik oyun gruplarında büyüyor. Çağın bir zorunluluğu, neredeyse parayla satın alınmış hizmetlerin sunulduğu, doğallıktan uzak, komünal ortamlarda gelişimlerini tamamlıyorlar. Bunun dışında kalan vakitleri de internette geçiyor. Doğal olarak anne ve babanın biriciği olan çocuk, bu alanlarda onlarcasından bir tanesi haline geliyor. Ailesinin biriciğiyken; komünal yaşamda çocuk bireyselliğini oluşturmaya çalışıyor. Aslında çocuklar anne babanın suretidir. Bizim neslimizin anne babası da geçmiş neslin anne babası değil. Bizler, sorunları tespit ediyoruz ne yazık ki çözüm kısmında biraz yavaş kalıyoruz. Şiddeti ve pek çok bilgiyi çok erken yaşlarda öğrenen çocuklarla günümüz anne babalarına uygun eğitim programları hazırlanması gerekiyor.”

H.Y: Çocukların oynadıkları oyunlar, izledikleri çizgi filmler bile genellikle şiddet yanlısı.  Şiddeti sevme biçimi olarak algılıyorlar. Çocuklara doğru değerleri nasıl kazandırabiliriz?

“Çocukların izledikleri filmlerde, oynadıkları oyunlarda ölüm ve şiddet sıradanlaştırılıyor maalesef. Bir nesnenin düşüp kırılması gibi insanın da ölmesi doğal bir olay algısı veriliyor. Bebekliğinden itibaren bu uyaranlarla büyüyorlar.  Aileler de çocuğuyla vakit geçirmektense onlara şiddeti, sevgisizliği ve rekabeti körükleyen bir ortam sunuyorsa, artık bunlar bir kişilik yapısına dönüşebiliyor.  Bunun için yapılabilecek en önemli şey; çocukların maruz kaldığı sosyal medya, internet oyunları ve çizgi filmler ile okutulan kitapların çok iyi kontrol edilmesidir. Çocukların vakitlerini geçirdikleri ortamlar ile içeriklerin çocuk ruh sağlığına uygunluğu uzmanlarca denetlenmesi gerekir. Çünkü pek çok filmde, ‘iyilik ve huzur için şiddet uygulanır’ mesajı veriliyor. Bu aşamada artık konu tamamen normalleştiriliyor. Bu en tehlikeli aşamada artık çocukta; ‘şiddeti ve kötülüğü senin iyiliğin için yapıyorum’ algısı yerleşiyor. Bunun için de ilk önce evde ve aile ortamında çocuk fiziksel ve duygusal şiddete maruz kalmamalı ve özel biricik birey olduğu hissettirilmeli.”

H.Y: Son yıllarda ‘Z Kuşağı’ diye bir şey çıktı. Bu kuşağı, nasıl tanımlıyorsunuz?

“Dönemin oluşturduğu insan tipini kategorize edip, etiketlemek aslında tüketim çağının bir ürünü. İnsanı, bu tip kavramlar ‘biricik’ olmaktan çıkartıyor. ‘Z Kuşağı’ şunu yer, bunu sever, ver gitsin’ gibi.  Bu tip etiketlemeler, gençleri de aynen çocuklarda olduğu sıradanlaştırıp değersizleştiriyor.

Bilimsel çalışmalar yapılacaksa, etiketleme yapılır. Ancak günlük hayatın içine bu etiketlemenin doğalmış gibi kullanılması insanın bireyselliğini yok ediyor. Örneğin: Anne baba geliyor, ‘Çocuğum tipik bir ‘Z Kuşağı’ diyor. Oysa bu hatalı yaklaşımdır. Aile, çocuğunu diğerlerinden ayıran pek çok özelliğini anlatmak yerine tek tipleştiren, ‘Z kuşağı’ kavramını kullanıyor. Ancak sorularla çocuğunun farklılıklarını ortaya çıkartıp, özelleştirebiliyor.

Globalleşen bir dünyada, çok fazla uyarana maruz kalan doğru ve yanlışın birbirine karıştığı, maddi manevi değerlerin çözüldüğü bir bilişim çağında yaşıyoruz. Yerel kültürlerin eridiği, her bilgiye hızlıca ulaşılıp, aynı oranda da eskidiği, buna karşılık aşırı kontrolün olduğu ortamlardayız. Doğal olarak gençler de aileler de bu ortamlara uygun yaşıyor. ‘Z kuşağı’ ya da başka bir şekilde kategorize ederek sorunlardan kendimizi dışsallaştırıp, normalleştiremeyiz.  Bu bakış sorunların çözümü yerine, haklı bir gerekçe ya da suçlu bulmamıza yardımcı olur.”

H.Y: Ancak sadece gençlerle çocuklar değil neredeyse psikolojisi bozuk yetişkin bireylerden oluşan bir topluma dönüştük gibi. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?

“Bütün parçadan parça da bütünden ne yazık ki ayrılamıyor. ‘Gemisini kurtaran kaptan’ sözü ne yazık ki çok da doğru bir söz değil. Senin komşun aç yatıyorken maalesef sen mutlu olamıyorsun. Kronikleşmiş sorunlar varsa ve pek çok kesimde de farklı şekillerde birleşiyorsa o halde insanların bireysel psikolojilerini olumsuz etkileyen genel bir sorun vardır. Ayrıca sağlıksız bir yetişkinden sağlıklı bir çocuk bekleyemeyiz. Aynı biçimde sağlıksız bir aileden de sağlıklı bir toplum bekleyemiyoruz. Zor yaşam koşulları, pandemi gibi küresel salgınlar, ekonomik zorluklar, sürekli gündemde olumsuz uyaranların bulunması ve hızla olayların değişmesi, bireylerin genellikle kendini tehdit altında hissetmesine neden oluyor. Bu tehdit algısı da kaygı ve endişe seviyesini yükseltiyor. Geleceği de sürekli olumsuz düşünmesine neden oluyor. Sürekli tehdit algısı ‘ŞU ANIN’ kaçmasına, verimli işler yapılmasına engel oluyor.”

H.Y: Pandemiden mi bilinmez unutkan ve dalgın; hatta duyarsız bir toplum olduk.  Bunu neye bağlıyorsunuz? Alzheimer vakalarında aşırı artış mı olacak?

“Allah’ın insana bahşettiği en kıymetli organ beyindir. Beyin sağlığımızı korumak aslında vücut sağlığımızı da korumaktır. Bazılarımızda ilerleyen yaşla birlikte ‘Alzheimer-unutkanlık’ oluşabilir. Ancak yapılan araştırmalar depresyon, yoğun travmatik etkiler, yüksek kaygı ve endişenin de beyni küçülttüğü, hatta darbe almışçasına hasar bıraktığını göstermektedir. Bu durum kontrol altına alabilir. Yaşadığımız toplumda genellikle yaşam koşullarını güç, stres- kaygı korku- gibi travmatik düzeyimizi de yüksek kabul ediyoruz.  Strese dayanıklılığımızı artırmalıyız. Ruh ve zihin sağlığımızın yanı sıra fiziksel sağlımıza da özen göstermeliyiz. Sağlıklı beslenme ile sporu ve doğal hayatı yaşantımıza katmalıyız. Çok sorun odaklı düşünmemek gerekiyor. Bir olayı sadece eksi olarak değil, bize küçük de olsa kazandırdıklarını da görerek değerlendirmeliyiz. ‘ANDA’ kalmalıyız. Geçmişin hesabını kapatmalı, iyisi ve kötüsüyle kabullenmeliyiz.”

H.Y: Dünyayla birlikte biz de pandemi sürecini atlattık. Pandemi çocukları nasıl etkiledi? Çocuklar evlere kapandı ve bu sürede tablet, akıllı telefonlar vazgeçilmezleri oldu.  Ancak bu bağımlılık çocuklar da devam ediyor. Bu sorunu aileler ve eğitimciler nasıl aşacak?

Uzun bir dönem sıra dışı günler yaşadık. Kimi aileler bu dönemi verimli kullanıp, aile birlikteliğini güçlendirdi.  Kimilerinde de asosyalliği, içe kapanmayı, kaygıyı, depresif ruh hallerini de tetiklemiş olabilir.

Özellikle online çalışma ortamı ebeveyn ve çocuk ilişkisi üzerinde çok olumsuz etki yarattı. Anne baba, çocuğun gözünde evde. Ulaşabileceği noktada duruyor. Ancak o arada anne ya da baba toplantıda ve yaklaşması yasak.  Anne babalar rahat çalışıp çocuğun yanına yaklaşıp çalışma düzenini bozmaması için bazen de kendilerini odaya kitleyerek çalıştı ya da çocuk çalışılan ortamdan hızlıca uzaklaştırıldı. Öte yandan ailenin diğer bireyleri de online çalışma ortamında olan kişiyi çalışıyor gibi değerlendirmedi. Doğal olarak yük eskiye göre ailelerde pandemi döneminde daha da arttı. Haliyle çocuklar çok boşta kaldığı için anne baba tarafından rahat işini yapabilmesi için internette zaman geçirmelerine izin verildi. Doğalar olarak televizyon ve internetin başında geçirilen zamanlar arttı.

Bu dönemin olumsuz etkileri aslında çocuklarla ebeveynlerin doğal ilişki kurmasıyla aşılabilir. Birebir sosyal ilişkiler güçlendirilmeli. Daha sıcak ve samimi ilişkilerin olduğu aile ya da arkadaş grupları oluşturulmalı.  Çocuğun yaşına göre eğlenebileceği, spor yapabileceği çeşitli etkinliklere yönlendirilmeli.  Aileyle birlikte kitap okuma, birlikte yemek, oyuncak yapma gibi gerçek bir hayatı yaşamalılar. Burada düşülen en büyük hata, anne baba sadece çocuğa ya da genç bireye, tavsiyelerde bulunuyor. Ancak çocuk gördüğünü model alır. Bu yüzden aileler, bu sürecin olumsuz etkilerini çocuklarıyla birlikte birebir yaşayarak atlatmalı. ‘Kitap oku’ demek yerine aile de kitap okumalı gibi.”

H.Y: Pandemi psikolojimizi nasıl etkiledi?

“Pandemi bireysel hayatlarımızdaki korku, kaygı, endişe, alışılmış konfor alanlarımızın bozulması gibi etkileri oldu. Bir yandan da çağ olarak her şeye kolay ulaşılabilen, aşırı hızlı hayatların yaşandığı dönemlerden sonra yoksunluğa düşmek, daha tedbirli yaşamamıza, nelere öncelikli ihtiyaçlarımızın olduğunu anlamamıza zemin hazırlamış olabilir. Bireysel hayatlarımızda da bu süreçte kâr ve zarar analizi yaparak değerlendirmek, daha sağlıklı kararlar almamıza vesile olmuştur.” 

H.Y: Biraz önce sohbetimizde çay ve kahve yanında ikram ettiğiniz kurabiyeleri kendiniz yapıyormuşsunuz. Size bütün bu ikram ve güzel sohbet için teşekkür ederiz. Ayrıca bahçenizle de kendiniz ilgileniyorsunuz. Psikoloji ve yaşam kalitesini bunlar yükseltiyor mu? Tavsiye eder misiniz hepimize?

“Aslında hayatı yaşanabilir kılmak, her olumsuzluğa rağmen kendi elimizde. Tıpkı yemek yapmak, kurabiye hazırlamak gibi. Bunlar sizin ‘ANDA’ kalmanızı sağlar.

El işleriyle uğraşmak, marangozluk, örgü-nakış gibi el işleri, bahçe işleri. Aslında bunlar basit ve çok bütçe gerektirmeyen hobilerdir ama ruh sağlığına faydaları çoktur. Sorunlardan uzaklaşıp beynin dinlenmesini sağlar.

Asıl bizler teşekkür ederiz. Keyifli bir sohbet oldu."