95. YILIN NET FOTOĞRAFI…
Ne kadar yinelense az olan, ne kadar tekrar edilirse az sayılacak olan çok önemli bir tarihin, yoktan var edilen, destansı, yiğit, onurlu ve devrimci Cumhuriyetimizin kuruluşunun 95. yılı.
Tarihimize ilişkin, tarihimizin olumlu ve onurlu sayfalarına ilişkin, kurtuluş ve kuruluşumuza ilişkin siyah beyaz ancak görkemli ve göz kamaştırıcı olan bir fotoğraf bu! Bu resme bakmayı reddedersek elimizde ne kalır?
O halde resmi ve resmin alt metnini okumak yetmez görmek, ezber etmek gerekir…
Bir yanda yaşamının 20 yılını, en az 20 yılını Bingazi’den Şeria’ya- Trablusgarp’tan Çanakkale’ye savaş meydanlarında ölümle göz göze, diz dize geçiren Gazi Mustafa Kemal’in kısa yaşamının zorlu ve başarılı öyküsü. Diğer yanda savaş sonrasının bilinen- beklenen tüm görüntülerinin egemen olduğu bir ülke…
Bir yanda yolun, suyun, elektriğin olmadığı, eğitimden sağlığa, toplu iğneden kefen bezine kadar her alanda yokluk ve yoksulluğun hüküm sürdüğü bir toprak parçası! Diğer yanda eğitimle henüz yeni tanışan bir ulusun var oluş mücadelesi…
Bir yanda parasız, yalvarmayan, küçük düşmeyen, onurlu, başı dik ve devrimlerle taçlanan bir TÜRKİYE ve sırtımızı kaya gibi dayadığımız Mustafa Kemal! Diğer yanda Cumhuriyeti bir kadın erkek eşitliği projesi ve bir kültür devrimi sayan bir lider ve bu görüşü destekleyen bir vazife kuşağı...
Elimizde ve önümüzde duran bu resme dikkatle bakmayı sürdürelim…
Bir yanda; vatana feda edilen canlar, asker, sivil, postallı, çizmeli, fesli ve kalpaklı güçlerin Anadolu’dan kopup gelerek yarattığı inanç ve güven ortamı! Diğer yanda Anadolu’ya adanan yaşamlar, toprağa gömülen umutlar ve adlarını tarihe ve arşivlere onurluca yazdıran insanlar…
Veeee; Çorak bir düzlükte, bir bozkır görünümündeki Ankara’nın toprak binalarında, han odalarında, gaz lambalarının aydınlattığı okul sıralarında, ulusun ve yurdun bağımsızlığını gerçekleştiren, Devrim Yasalarını çıkaran ve Kurtuluş Savaşı’nı kazanan KUVAY-I MİLLİYECİLER…
Şimdi o yolculuğun seyir defterine bakmak, ulus olmanın, yurttaş olmanın, çağdaş olmanın perde arkasını aralamak zamanıdır…
Hani pek çok şeyi göz ardı ederek, pek çok şeyi de göze alarak ölümüne çıkılan yollar ve bu yolların yorulmaz yolcuları vardır ya! Ulusun nöbet defterine adını bir onur nişanı gibi kazıyan o yolcu yaptıklarıyla gözümüze de, gönlümüze de, genzimizi de yakar ya!
Hani! O insanı darmadağın eden, yüreğini söken, boğazını yırtan, yutmakta zorlandığı- nabız atışlarını hızlandıran olaylar- öyküler- resimler vardır ya!
Ülkemizin yoktan varoluş destanının resmidir bu!
Kurtuluş savaşının yiğit başkumandanının resmidir bu!
Mazlum milletlerin esin kaynağının resmidir bu!
Laik Cumhuriyetimizin kurucusu G.M. Kemal ve yol arkadaşlarının resmidir bu! Adımlarıyla- atılımlarıyla tarihe yön veren ve talihimizi değiştirenlerin resmidir bu! Dünya ve bölge dengelerinin altüst olduğu bir dönemde hem savaş verip- hem devrim yapanların resmidir bu!
İsyanların ve savaşların yoğun olduğu bir dönemde kan ve barut kokuları içindeki ülkemizin yazgısını değiştirenlerin resmidir bu!
Bu resme bakmayı reddedersek- bu resimdekileri görmezden gelirsek elimizde ne kalır?
Ortada net bir fotoğraf var!
Babasız kalan çocukların,
Kocasız kalan kadınların,
Evlatsız kalan ana- babaların,
Vatana feda edilen canların yarattığı bir resimdir bu!
Bu destanı yaratanları unutabilir miyiz?
Kucağında bebesiyle mermi taşıyan Anadolu kadınını,
Topa karşı, bileği ile direnen Anadolu erkeğini,
Canıyla, kanıyla ülkesini savunan Türk insanını,
Yarasını, gömleği ile bezle saran Mehmetçiği görmezden gelebilir miyiz?
Bu resimdekileri ve bu yüce destanı yazıp- yaratanları gözardı edebilir miyiz?
Şimdi tarih sayfalarında gezinerek, kulağımıza, dilimize, gözümüze, beynimize yerleşenleri paylaşma zamanıdır…
Doğrudur! Milli mücadele inanılması güç bir destan olduğu içindir ki; Batılı bilim insanları “Türk Mucizesi” derler. Kahramanlarımızın emperyalizme karşı direniş destanını anlatan bu mucize için yapılan tanım doğrudur ve yerindedir.
Milli mücadelede 400 bin kişilik silahlı işgal gücüne karşı 40 bin kişiyle savaşan Türk ordusu! Feslisi, sarıklısı, kalpaklısıyla kenetlenen TBMM! O meclisin arkasında dağ gibi duran millet! İkmal ordusu gibi çalışan kadınlar ve çocuklar! Avrupa’ya avuç ve ağız açmayan dimdik bir dış politika! O koşullarda döşenen 3 bin km demiryolu! Ve eğitim için yurtdışına gönderilen gençlere Gazi Mustafa Kemal’in telgrafı; “Sizi bir kıvılcım olarak yolluyorum, alev gibi dönünüz.”
Ne demektir bu? “Ben cumhuriyet fikrini vicdanımda milli bir sır gibi sakladım.” diyen büyük Atatürk’ün; içeriden ve dışarıdan tüm engellemelere karşın cumhuriyete olan bağlılığı, temelindeki harcın ve kurucu kadroların inancı demektir.
Ne demektir bu? Bülent Tanör’ün deyimiyle; “Haklı ve halklı bir kavganın eseri olan cumhuriyetin” onca yokluk ve yoksulluk içinde Halkevleri, Halk Odaları, Köy Enstitüleri, Millet Mektepleri açarak, yurt dışına öğrenci göndererek, cumhuriyete kanat geren o eli öpülesi vazife kuşağının ortaya koyduğu eser demektir.
Ne demektir bu? Cumhuriyetin ekonomik kaleleri olan Sümerbank, Etibank, Şeker Fabrikaları, Alüminyum, Demir Çelik gibi kalelerin iktisadi bağımsızlığımız yanında istihdam yaratması demektir.
Ne demektir bu? “Babam işçiydi yoksul bir aileydik. Bana hem lastik hem potin alacak parası yoktu. Sadece lastik giyerdim ben. Ama yedi düveli dize getirmiş bir ulusun çocuğu olduğumuz için başımız dikti. Bayramlarda başımızı bayrağa sürerdik. Bayrak biz okşardı” diyen Turgut Özakman’ın milyonlara tercüman olan sözleri demektir.
Ne demektir bu? 1932 yılında dünyanın en büyük uluslararası toplantısına Türkiye’nin katılımı için yapılan öneri karşısında; Atatürk’ün; “Başvurmayı düşünmüyoruz. Davet ederlerse katılırız” açıklaması üzerine, topluluğu oluşturan 43 üye devletin oy birliğiyle Türkiye’nin davet edilmesi demektir.
Ne demektir bu? “Ben Cumhuriyet fikrini vicdanımda milli bir sır gibi sakladım” diyen büyük Atatürk’ün; “Efendiler! Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” sözüyle bize kazandırdıklarına sahip çıkmak, tüm bunları yine ve yeniden okuyup, düşünüp, değerlendirmek demektir.
Özetle; Bize tertemiz bir vatan, laik ve çağdaş bir devlet, aydınlık bir gelecek bırakan o yürekli, yurtsever vazife kuşağını başta Atatürk olmak üzere kadın erkek- köylü kentli- varsıl yoksul- sivil asker atalarımızı, ninelerimizi sonsuz bir saygı ve rahmetle anıyorum…
Sözün özüne gelince; Neye, nasıl bakacağını bilenlerden biri olarak; Cepheden cepheye koşarken yıpranan bedenini, solan ciğerini 57 yaşında noktalayan tutarlı, inançlı, inatçı bir devrimcinin mirası olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızı coşkuyla kutluyorum. En büyük bayramımız kutlu olsun…