İSLAMCILIK, KURTULUŞ YOLU OLABİLİR mi?

Milleti kurtuluşa götürmenin yolu, geçmişi doğru okumaktan geçer. AKP’nin yaptıklarına bakınca bu kadronun geçmişten asla ders çıkartmadığını, bırakın Türk tarihini, Osmanlı tarihini de hiç bilmediklerini görüyoruz.

Osmanlı Devleti, Selçukluların batı sınırında, feodal Bizans’ın baskısıyla bunalan bölgede ortaya çıktı. Türk alpları, Osman (Od-man) Bey’i, dolu (içki) içerek kendilerine başbuğ yapmışlardı. (Dolu’nun ne olduğunu merak edenler, TÜRK ALEVİLİĞİ isimli kitabımızda, bu madde altında çok ayrıntılı bilgi bulacaklardır.)Yani devletin temelinde eski Türk geleneği ve komünal dayanışmadan gelen eşitlikçilik ve adalet bulunuyordu.

KIZILBAŞ NİÇİN İCAT EDİLDİ?

Devlet büyürken yönetim tabakası kurucu milletten koptu. Savaşlarda ele geçirilen Hıristiyan çocukları eğitilerek devlet yöneticisi yapıldılar. Enderun sistemi dediğimiz bu sistem, Osmanlı yönetimini Türk düşmanı devşirmelerin eline verdi. Kurucu öğe olan Türkler, Osmanlı’nın devşirilmiş yöneticileri tarafından bir numaralı düşman haline getirildi. Kadimî gibi Saraydaki padişah adamları, “Baban bile olsa Türk’ü katlet!” diye şiirler yazmaya başlamışlardı.

Kurduğu devletten dışlanan, üç ayrı vergi ile acımasızca sömürülen Türkler, yönetime baş kaldırdılar. Devlet, bu kurucu milleti “Kızılbaşlar, Rafiziler, dinsizler” diye din üstünden kötülemeye başladı. Sünni çoğunluğu böylece etkileyip yanına alma politikasını başlattı.

Osmanlı yönetimi, kuruluştan itibaren 200 sene boyunca “Kızılbaş, dinsiz, Rafızi Türkler”den söz etmemişken birden bire Yavuz Sultan Selim ile bu propaganda tavan yaptı. İşte bu, devleti dini kullanarak yönetme politikası, o günlerden sonra Topkapı Sarayı’nın temel politikası oldu. Hakkını isteyen Türkleri “Celaliler!” diyerek isyancı yapıp kılıçtan geçirdiler.

AKLA SAVAŞ AÇILDI

Ekonomiyi “yağma politikası” olarak şekillendiren yükselme dönemi padişahları, savaşların getirdiği pahalılık ve enflasyonla baş edemediler. İstanbul’da ve öbür şehirlerde ortaya çıkan olaylar önlenemiyordu. Bunun sebebini soran padişah Kanuni Sultan Süleyman’a, adamları, “Sultanım okullardaki kimya, matematik, tıb, coğrafya gibi akılcı ilimler milleti Allah’tan uzaklaştırıp azdırıyor. Bunları atıp yerine hadis, fıkıh, tefsir gibi nakilci ilimleri korsak milletin imanı kuvvetlenir ve başkaldırmazlar!” dediler. O da bu fikri beğendi. Osmanlı okullarından akılcı ilimler atılıp yerine ezbere dayalı hayatlı ilgisi olmayan dinsel konular konuldu. (Olayın ayrıntılarını Osmanlıda Karşı Düşünce ve İdam Edilenler isimli eserimizde verdik.) İşte o dersler yüzyıllardır bu milleti yönlendiriyor. Ve bugün AKP yönetimi, imam hatipleri zorla tek seçenek haline getiriyorsa bu politikayı yaşatmaktan başka şey yapmıyor.

1826 KATLİAMI

Osmanlı sarayını elinde tutan devşirmeler, sıkıştığı her dönemde bir Kızılbaş tehlikesinden söz ederek kamuoyunu arkasına alıp kendi hatalarının üstünü örtmesini bildi. 1826 yılında Padişah 2. Mahmut’un Yeniçeri ordusunu bahane ederek yaptığı katliam da Yavuz Sultan Selim politikasının bir devamı idi. Sultan Mahmut, yanına tarikatleri alarak Anadolu ve Rumeli’ndeki etkin Türk bölüklerini ezdi, geçti. Öyle ki 1826 yılının yazında, canını kurtarmak için Belgrat ormanlarına gizlenmiş olan binlerce Alevi-Bektaşi’yi de ormanı ateşe verdirerek cayır cayır yaktı. Bunun belgelerini de “Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli” adlı çalışmamızda (Kripto Yayınları)ortaya koyduk.

MODERN OSMANLILAR da AYNI YOLDA

2. Mahmut, devletin çöküşünü önlemek adı altında Mısır’dan Arnavutluk’a kadar imparatorluk içindeki binlerce Alevi-Bektaşi kurumunu yerle bir ettirmiş, binlercesini katlettirmişti. Böylece Sünni toplum rahatlatılmıştı. Ama iç birlik parçalandığından devletin çöküşü daha da hızlandı. Kendisi, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın elinde oyuncak haline gelmişti.

Sonraki dönemde Osmanlı yöneticileri ve aydınları, “Devleti nasıl kurtarırız?” diye düşündüler. İşin teknoloji ve ilimden geçtiğini söyleyen çok az insan çıktı. Bu türlü girişimler de devletin kendi eliyle beslediği din tüccarı çevreler tarafından bastırıldı.

Ve devleti yöneten kadrolar, “İslam kurallarına daha sıkı sarılarak kurtuluruz!” iddiasını temel aldılar. Böylece, İslamcılık, çöküş döneminin en kuvvetli ideolojisi oldu. Buna karşı çıkan kadroları da aynı eskisi gibi “Frenk mukallidi!” (Batı taklitçileri) diye aşağılayıp cahil toplumun önüne attılar.

Ziya Paşa gibi aydın bir insan bile bu çizgide idi. Şu yazdıkları bu zihniyeti pek açık biçimde yansıtır:

“İslamlık imiş devlete pa-bend-i terakki

Evvel yoğ idi iş bu rivayet yeni çıkdı.

(Devlete ayak bağı İslam diniymiş! Önceleri böyle söylentiler yoktu, bunlar yeni çıktı.)

Milliyeti nisyan ederek her işimizde

Efkâr-ı Fireng’e tebaiyet yeni çıkdı.”

(Kendi dinimizden olanları her işimizde unuttuk. Avrupa fikirlerine bağlanmak yeni çıktı.)

Halbuki o yüzyılı pek parlak biçimde anlatan şu beyt de onundur:

“Diyar-ı Küfr’ü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslam’ı büsbütün viraneler gördüm”

İslam dünyasının özeti, aslında Ziya Paşa’nın bu beytidir: Diniyle övünen İslam dünyası yıkıntı halindedir; batıl din sayılan Hıristiyan âlemi ise modern şehirler, muhteşem yapılar halinde yükselmiştir.

Yarın: Cumhuriyet-Hilafet mücadelesinin özü


https://twitter.com/r_zelyut