Güneşin ilk ışıklarıyla beraber, Likya Yolu üzerinden Limanağzı’na yürümek Kaş’ta bulunmanın en güzel nimetlerinden biri.
Bir şehir insanı olarak alışık olmadığım oranda oksijeni doyasıya ciğerlerime çekerken, burnuma ulaşan o eşsiz nergis kokuları beni adeta mest ediyor.
Şehir hayatından uzaklaşıp, bir katre de olsa yaşamı sadeleştirmek, bizleri gerçek özümüze daha da yaklaştırıyor. İçsel dinginliğimizde, doğayı gözlemlemek kendimizi çok daha iyi anlamamıza aracı oluyor.
Burada en sevdiğim yer, Büyükçakıl Plajı. Geceleri gök kubbenin başınızı yıldızlarla taçlandırdığı bu yerde, gündüzleri turkuaz rengi denizin yanındaki çakıl taşlarıyla karşılanıyorsunuz. Kendimi bildim bileli bu taşlara sevdalıyım. Neden diyecek olursanız, kanımca bize kâmil insan olma yolunda çok şey anlatıyorlar.
Kayalardan kopan onca sivri ve köşeli parçacığın denizin gelgitleri ve birbirine sürtünerek yüzyıllar boyu yuvarlanarak evrimleşmesi, insanoğlunun tekâmülünün kısa bir özeti gibi. Tıpkı zaaf ve egolarından sıyrılan insanın o olgunlaşma sürecinin hikâyesi gibi…
Hayat da bizi bazen, aynen o dalgaların köşeli taşlara yaptığı gibi, oradan oraya savuruyor ve hatta yerden yere vuruyor. Sivriliklerimizin ve egolarımızın törpülendiği bu zamanda aldığımız dersler bizim çok daha iyi bir insan olmamızı sağlıyor.
Toplumdaki bireyler gibi, hiçbiri birbirinin aynısı olmayan farklı boyutta ve yapıdaki çakıl taşları bireylerin birbiriyle etkileşmesi sonucu değişimin de ifadesi oluyor.
“AŞK” ın ruhunu anlamak isteyenlerin bir küçük çakıl taşının ruhunu anlayabilmesi gerekiyor. İşte sırf bu yüzden döktüm size eteğimdeki bembeyaz çakıl taşlarını…
Sadece ve sadece AŞK OL’sun diye…
https://twitter.com/SeboMode
https://www.facebook.com/ShebnemG
https://www.linkedin.com/pub/şebnem-görgün/72/a70/abb