Başımızı kaldırıp dünyaya şöyle bir baktığımızda gördüğümüz intikam, savaş, bencillik ve benzer duyguların tamamının vücut bulmuş hali...
BU GERÇEKTEN YENİ BİR YIL OLSUN
Geride bıraktığımız her an bir film şeridi gibi, ardımızda bıraktığımız anları, olayları ve hatta insanları hikayeleştiriyor. Hayata bakış açımız ve yargılarımız ise hikayenin tamamını değil geçmişte kalan anıların tekrarını gördüğümüzü zannetmemize sebep oluyor. Çünkü korku dolu bir dünyada ve korunmak zorunda olduğumuzu sanıyoruz. Sanıyoruz diyorum çünkü bu his ardında yalnızlık ve terkedilmişlik barındırıyor. Terk edilme korkusunun yakamızı bırakmasının tek yolu sevmek ve etrafımızdan ilgi görmek. Sevmek, gözle görünen bir kavram değil, kilo ile alınıp satılmıyor. Bugün 23 yaşında genç bir danışanım sevgi dolu bir ailede büyüdüm diye başladı söze ve hep o sevgiyi arıyorum dedi. Sevgi nedir? Diye sordum. İyi bir rehberlik aldığı ile ilgili pek çok örnek verdi. Başka diye sordukça o nasıl cesaretlendiğini ve nasıl daha başarılı olacağı ile ilgili destekler aldığından dem vurdu. İçinde hiç sevgi tarifi yoktu. Bambaşka biri çocukken yanlışlar yapmaması için yediği dayakların sevgi olduğunu sanmıştı ve her dayağında sevildiğini sanıyordu. Daha şiddetlileri de var elbette. Duygular öyle soyut ki ne tarifi mümkün ne de ölçülebiliyor, bu yüzden tanımlar her hikayeye göre şekil değiştiriyor. Sevmek ancak birbirimize gösterdiğimiz değer ve ilgi ile karşılık buluyor. Hiç düşündünüz mü, sevdiğiniz birine kendinizi de değersizleştirmeden nasıl değer verebilir ve ilgi gösterebilirsiniz?
Bazılarımız en çok kendisini severken, bazılarımız kendinden gayri herkesi seviyor ve var olabilmek için sevilmeyi delice istiyor, bunun için tüm varlığını başkasına emanet ediyor. Seanslarda en çok rastladığım; küçükken uğradığı çocukluk travmalarından sonra kapanmadan kanayan yaralarına merhem olacak bir ebeveyn bulamamaları. Bu şefkat ve merhamet eksikliği bizleri ya içimizdeki o çocuğu korumak için herkesi korumaya itiyor ya da herkesten kaçmaya. Ömür boyu aradığımız şey işte o eksik ebeveyn.
Başımızı kaldırıp dünyaya şöyle bir baktığımızda gördüğümüz intikam, savaş, bencillik ve benzer duyguların tamamının vücut bulmuş hali. Üstelik hiçbirimiz bu durumdan memnun olmadığımız halde hiçbir şey yapmayarak bu durumun bir parçası oluyoruz. Şimdi geçen yıla bakalım ne çok şeye üzüldük belki hala üzülüyoruz. Oysa sağ salim nefes almaya devam ediyoruz. Yaşam tüm coşkusuyla devam ediyor. Her an daldan kopup düşen bir yaprak yere savrulurken yerine dipdiri yemyeşil bir tomurcuk beliriveriyor. Görmek istersek ve gerçekten dilersek… Geçen yılın filmini tekrar ve tekrar izleyin lütfen 2024 Ocak ayından itibaren siz kimdiniz ve neredeydiniz anımsayın ve bugüne kadar yaşananlara bir bakın. Bu filmin ana kahramanı olan siz, konusu ne olan bir filmin kahramanısınız.
Önümüzdeki yıl aynı filmin kahramanı olmaya mı devam edeceksiniz? Bu senaryoyu geliştirecek misiniz yoksa değiştirecek misiniz? Dönüşüm her şeyden önce cesaret istiyor bazen konusunu değiştirmek istediğimiz filmin içinde akış sürerken boğuluyoruz çünkü başka bir denizde boğulmaktansa bu denizi tercih ediyoruz. Oysa hayat kapınızın önünde siz her ne kadar inanmasanız da yeşeren yepyeni tomurcuklar gibi sizi bekliyor. Sadece tek bir talebiniz yani niyetiniz ile kaldırılan baraj kapağı gibi yaşam suyu yeniden coşmaya başlıyor. Siz sadece hangi tarlaya su istediğinizi söylüyorsunuz hepsi bu. Ve kader örüntüsü tekrar oluşuyor. Yeni olaylar zinciri ve yaşamın size getirdikleri bir akrebin sizi sokacağı düşüncesinden korkmayı düşünmeniz yerine ondan nasıl fayda sağlayacağınızı düşünmenizi ve bu konuda harekete geçmenizi istiyor. Yani hayat her zaman onun size bir zorluk ardında sunduğu fırsatları görmenizi bekliyor. Bu yeni fırsatlar belki sizin şahsiyetiniz üzerinde bir değişiklik yapmayacak ancak eskiden baktığınız tek bir yön yerine daha yukarıdan kuşbakışı bakmanızı sağlayacak.
Gördüğünüz bu yeni görüntüde insanlık dediğimiz şu kocaman ailenin, nasip dediğimiz nimetler zinciri etrafında oturmuş güçlerine, terbiyelerine, açgözlülüklerine ve tüm sıfatlarına göre nasıl birbirlerini ezdiklerini ve ne çeşit bir görgüsüzlükle sofrayı darmadağın ettiklerini göreceksiniz. Belki o gün zihinlerimizi değiştirmenin ne kadar elzem ve başka bir dünya yaratmak için üzerimize düşen görevin de ne kadar olduğunu çok daha iyi idrak ettiğimiz gün olur. İnsan sadece yaptıklarından değil yapılmasına izin verdiklerinden de mesuldür.