MECLİS mi? RİNG mi?
Eskiden kadına yönelik erkek şiddetini konuşup yazardık. Şimdi roller tersine döndü. Kadına yönelik kadın şiddeti başladı. Tekmeler, tokatlar, saç koparmalar, savrulan küfürler arasında kişisel tarihinde destan yazan ve kendince saygın(!) bir sayfa açan bir kadın vekil de gördük. Kuşkusuz ki attığı bu adımlar, kendi siyasi kariyeri için iltifat, alkış, övgü, makam, koltuk olarak geri dönecektir. Oyun kurallarına göre oynanmış, gereken ilgi çekilmiş, mağduriyet yaratılmış ve ilgili yerlere selam çakılmıştır. 11 gün rapor alan ve artık kendisine koruma da verilen vekili gelecek dönemde bakan koltuğunda görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Bu yeni üslup ve tarz “Yeni Türkiye’den” yeni bir manzara sayılsa da…
Hal böyle iken kim bilir referanduma sunulacak anayasa değişikliğinin 3. maddesine göre milletvekili seçilme yaşı 25’ten 18’e indirilince mecliste ne delikanlı meydan savaşlarına da tanık olacağız! Havada uçuşan yumruklara, uçan tekmelere, atılan saksılara, fırlatılan iskemlelere siz bir de 18 yaşın delikanlılığını ve cevvalliğini katın! Görür gibi olursunuz manzarayı…
TBMM böyle yaşamsal işlerle uğraşırken, ülkemiz ancak özel bir çabayla yaratılabilecek kaygan bir zeminde aşağı doğru frensiz kayarken aklımdan çıkmayan görüntüler var yine ve yeniden paylaşmak istediğim. Örneğin son 10 yıl içinde atanamadığı için intihar eden 39 öğretmen adayının acı anıları var. Yine Fırat Kalkanı operasyonundan gelen bayrağa sarılı 54 gencimizin yaşamadıkları hayatları var. Her ne kadar Erdoğan? “Şehitler olmadan vatan olmaz. Kimse şehitlerimiz için ölü demesin onlar diridir ruhlar diridir” dese de…
Yine önümde Behiç Ak’ın karikatürü var. İki kişi konuşuyor biri soruyor; “Türkiye Suudi Arabistan olur mu diye korkuyorum.” Diğeri yanıtlıyor; “Suudilerde acaba Türkiye olur muyuz diye korkuyormuş” şeklinde çok şeyi anlatan karikatürü…
Şimdi içinizi daha fazla karartmamak için gerilere gitme ve Abdülhamit’e uzanma zamanıdır. Hele de sanatın yok ve günah sayıldığı bu çorak ortamda. Hani en büyük zevki kızlarının piyanoda çaldığı Batı müziği eserlerini dinlemek ve icra ettikleri bale ve İspanyol danslarını seyretmek olan padişah- halife- sultan olan Abdülhamit var ya ondan söz ediyorum!
Hani yönetimin her katında kabul gören, örnek alınan, her fırsatta anılan ve adına toplantılar anma günleri yapılan Abdülhamit’ten!
Yıllar önce Erdoğan’a baleyle ilgili görüşleri sorulduğunda; “Kızlarımın hamdolsun o tür idealleri, düşünceleri söz konusu değil” şeklinde cevap vermişti. Kuşkusuz ki her çağın, her dönemin, her zamanın bir ruhu, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ama örnek alınan padişahın o yıllardaki görüşüyle kıyaslandığında olan baleye, sanata, sanata bakışa olmuyor mu, olmamış mı?
Kimsenin cevabını bilemediği, bulamadığı sorular havada uçuşurken, Ortadoğu bu kadar karışıkken, devletimiz bunca yerde, bunca şeyle boğuşurken, ciddi bir darbe girişiminin artçı şokları sürerken biz nelerle meşgulüz!
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği verilerine göre kapanan şirket sayısı yüzde 61 artmışken, insanlar korkudan eve kapanmışken, saldırılar, bombalı patlamalar insanları dışarı çıkarmazken, gerçek özgürlük mumla aranırken bizim köprü ve tünel açılışlarıyla teselli bulmamız ne kadar doğru acep?
Gün öncelikle gerçeklerin kamuoyuna ulaşmasına önem vermek, özen göstermek günüyken, zaman yarının neler getireceğini tüm ayrıntılarıyla halka anlatma ve kavratma zamanıyken bu kez önümüze “Şuurlu Öğretmenler Derneği” ÖĞ-DER’den bir öneri gelmez mi?
Şuurlu öğretmenlere göre; “Besmelesiz eğitimden hayır gelmez, ülkemizde terör, ayrımcılık ve kutuplaşmanın nedeni gençlerimize İslam doğru öğretilmediği içindir. O nedenle anasınıfından itibaren din dersi zorunlu olmalıdır.”
Şuurlu öğretmenlerin bu önerisine bakan ne der bilmiyorum! Bildiğim Sabahattin Zaim Üniversitesi rektör yardımcısı profesörün; “Ben bu ülkede cahil kesime güveniyorum. Ülkeyi ayakta tutacak olan cahil halktır. Okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor” dediği bir ülkede koskoca bakan ne desin ve ne yapsın?