SABIR ve SEBAT…

Yazmak bir yolculuksa; bu süreç bazen hüzün yumaklarıyla, bazen gülümseten anılarla, bazen geçmişe özlemle, bazen de güne göndermelerle karşınıza çıkar. Siz bu yolculukta yer yer üzerinde oturduğunuz fay hatlarını, yer yer geride bıraktıklarınızla olan ilişkilerinizi, yer yer dünden bugüne geldiğiniz yolu irdelersiniz.

Yetinmez hem kendinizle, hem hayatla hesaplaşır, sorgular, yüzleşir, ödeşir ya da bedel ödersiniz! Bu bazen yarım bir sorgulama, tam bir hesaplaşma, az biraz itiraf olsa da sizi rahatlatır, açık yüreklilikle ve cesaretle iyi ki yaptım dersiniz. “Bi dakka! Buna hakkım yok” der misiniz, ya da diyebilir misiniz?

Bu girişten sonra gelelim başlığı açmaya! Sabır ve sebat! Çocukluğumun ve gençlik yıllarımın önce ailemde, sonraları eğitim aldığım kurumlarda önüme en sık çıkan sözcükleri idi.  Örneğin; rahmet ve özlemle andığım babam her konuda; “Karar vermeden önce iyi düşün sabır ve sebat şart” diye uyarı görevini yapardı. Tez aşamasında hocalarımız; “Bu iş öncelikle sabır ve sebat işidir” deyip gözümüzü baştan korkuturdu. Mezun olduktan sonra hayatın pek çok alanında karşımıza; “Başarımı sabır ve sebat içinde yol almama borçluyum” diyen kişiler çıktı…

Ben bunları neden yazarım? 16 yıldan beri sabrımızı test edercesine yönetme yöntemleriyle dikkatleri çeken CB ve ekibi; hayali de olsa düşman yaratarak, halkı kutuplaştırarak, bol miktarda polemik konusu ve yeni gündem maddesi oluşturarak, toplumu ayrıştırarak, öfke dilini esas alarak, her konuda topu dış güçlere atarak, “dış mihrakların oyunu” lafına toplumun büyük kesimini inandırarak ülkeyi yönetme becerisi gösterince aklıma ne kadar “sabırlı” bir ülke olduğumuz gerçeği geldi!

Ağacı, ormanı, tarihi, yeşili tahrip edenleri ve onlara arka çıkanları görünce bu sebat ve kararlılıkla ‘sayenizde gelecek neye benzeyecek acep!’ diye sormak için. Bazen karşımıza ne şık, ne anlayışlı, ne zarif insanlar çıkar, bazen de, hele de son yıllarda ne kaba saba, ne anlayışsız kişiler çıkıyor demek için. Bazen dişiyle tırnağıyla bir yerlere gelemeyenler, bazen her dönemde iktidar iskelesine yanaşarak her yere gelenlerin ne çok arttığına dikkat çekmek için...

Bunları görmek için bırakın uzak diyarları, yanı başımıza bakmak kâfi. Hani dillerinden; “eğitimin geleceği ülkenin geleceği demektir” sözünü düşürmeyenlerin eğitimi getirdiği yere bakmak kâfi demek için...

Hani meydanlarda üst perdeden; “yenilikçilik, yaratıcılık, iletişim, işbirliği, esneklik, uyum sağlama, inisiyatif kullanma, dünyaya açık olma 21 yüzyılın gerekleridir” diye bağıranların tüm dediklerinin aksini yaptığı ülkemize bakmak yeterli diyebilmek için...

Yine son yılların modası bitkisel tedavilere, hacamat, vb gibi tıbbi olmayan uygulamalara ekranlarda ayrılan zamana ve gördüğü desteğe gözleri iyice açıp bakmak için...

Ve anlı şanlı profesörlerin; eğitimsizliği üstünlük rütbesi gibi kabul etmelerine, resim- heykel gibi sanatların özellikle yönetim katında soğuk karşılanmasına, bale ve operanın yok sayılmasına, klasik müzik meraklılarının salon bulamamasına, özel tiyatroların birbiri ardına kapanıyor olmasına bir kez daha dikkat çekmek için…

İsim babalığı kime aittir bilmiyorum. Dillerinden ve ezberlerinden bi türlü düşürmedikleri “milli ve yerli” sözü var ya! Acep diyorum milli ve yerli medarı iftiharlarımız da var mı? Varsa kimlerdir? Yoksa ben mi duymadım!

Şimdi sıkı duralım! Bakışlarına ve ses tonuna yansıyan özgüveni görünce, acep diyorum bu sorunun yanıtı ülkenin can damarları olan hazine, ekonomi, maliyenin topyekûn teslim edildiği damat olmasın “yerli ve milli” medar-ı iftiharımız?

Bunca yetişmiş kişi, bunca deneyimli kurum ve kuruluş dururken bu adrese şaşmak mı? Nasıl yani…