SAĞLIK OLSUN DEYİNCE OLMUYOR, OLAMIYOR, OLMADI NETEKİM!
Sonda söyleyeceğimi en başta, hatta başlıkta söylesem ve yazıya başlamadan önce açık sözlülükle sormak, yazmak ve paylaşmak zorunda olduğum başlıklar var desem, sonra da nedir derseniz devam etsem…
Misal desem; Yenmek - yenilmek! Kazanmak - kaybetmek! Güçlü olmak - güçsüz olmak! Başarılı olmak- başarısız olmak! Kuma yazmak- buza yazmak -suya yazmak - rüzgâra fısıldamak! Sınavlarla boğulan ve boğuşan bir sistemin çocukları ve velileri olmak! Neticede, yıllardır hayatımıza ve hayatın her alanına dokunan bir anlayışla yönetilmek gibi desem…
Bitmedi biter mi? Medyaya el koyan, ağzını açanı içeri atan, isim listelerini çarşaf çarşaf yayınlatan, aydını hedef gösteren, sanatı sanatçıyı hiçe sayan, çağdaş yaşama dair ne varsa kara listeye alan bir anlayışla yönetilmek gibi desem…
Her konuda 16 yıldır epey deney ve bilgi edindiğimiz için hiçbir şeye şaşırmamak gibi desem…
Ortada son yılların alametifarikası olan tespihi tane tane çekerek, sakalı sık sık sıvazlayarak, yüksek tonla konuşup, aşağılayan bakışlar fırlatarak görselliğin ötesinde vahim mi vahim bir tablo var desem. Tam da burada sadede gelip; Bu kadar doğallaşmış, doğallaştırılmış, olağanlaşmış, sıradanlaştırılmış bir sisteme giderek artan ölçüde evet demek gibi desem…
Şimdi sıcak ve duygusal reflekslere değil, soğuk ve mantıklı hesaplara girme zamanıdır!
Öncelikle gına getiren seçim sonuçlarını tartışmayı bırakalım bi kenara. Kendinden emin olanların, “devir onun devri, bizim devranımız” diyenleri de bir an için unutalım. Sorunları bilmeyenleri daha doğrusu bilmezden gelenleri de şimdilik rafa kaldıralım. Kendi söylediklerinin doğruluğundan yüzde 500 emin olanları kendi matematiksel hesaplarıyla baş başa bırakalım. Ancak ve özetle unutmayalım ki; atmosfer, hidrosfer, dünya, kâinat, evren vb her şey çevrelerinde dönenlerle baş etmek zor.
Örneğin günlerdir basını meşgul etse de yetkililerden ne bir ses, ne bir nefes çıkmayan fakir fukaranın, garip gurabanın, tüyü bitmemiş yetimin boğazından kesilen, adına “Gökçek’in dinozorları” denilen ve 1 milyar 600 milyon TL’ye mal olan Ankapark gibi…
Atatürk Orman Çiftliği arazisinde 1.2 milyon metrekare alan üzerinde inşa edilen (kendilerinin çok sevdiği deyimle bu ucube) dönemin belediye başkanı Gökçek tarafından; “Yılda 10 milyon turist getirecek. Dünyada eşi benzeri olmayacak. Guinnes Rekorlar Kitabı’na gireceğiz” hayalleriyle yapılan, milletin dünya kadar parası harcanan, gelip giden olmayınca çürümeye terkedilen, 5 kez ihale açılmasına rağmen tek bir firma dahi talip olmayan park gibi! Şimdiki belediye başkanının; “ihanetin ihalesi olmaz” şeklindeki zehir zemberek sözleri gibi! Yetkililerin harcanan paranın 6 şeker fabrikasına bedel olduğunu açıklaması gibi…
Sonra da; “Tüm bunlar doğru mu?” sorusuna yetkililerin hemen ve düşünmeden “Ne bileyim ben!” yanıtını vermesi gibi…
Özetle; O gün bugün ortalara çıkmayan, buhar olup uçanlar ne der bilmeyiz ama ortada ciddi bir sorun hem de öyle böyle değil ciddi sorunlar olduğunu biliriz! Yoksulluk, yoksul kitleler, özellikle cahil bırakılan halk bütün bunlara razıysa ne denir bilmem ama milyonlarca insanın bu har vurup harman savurmalar karşısında sabrını zorlamak pahasına üzüm üzüm üzüldüğünü biliriz! O nedenledir ki karınca- kararınca- kalemimizce yazar dururuz…
Ve noktayı da ünlü çizer Behiç Ak’a koydururuz; Soru: “Bu evlerin planlarını görebilir miyim?” Yanıt: “Planları yok. İçinde yaşamak için tasarlanmadı. Alıp satacaksın. Bu bir ALSAT konutu!” Tıpkı ülke gibi desek mi?