YOKLUK ve YOKSULLUK NERELERE VARMIŞ AKIL ALIR GİBİ DEĞİL…
 

Son yıllarda hele de son günlerde yolda, kuaförde, okulda, teneffüste, tiyatroda, sinemada, hastane koridorlarında, muayenehanelerde, kısaca her yerde bir umutsuzluk, bir kaygı, bir tedirginlik ki sormayın gitsin. Herkesin yüzünden düşen bin parça, herkes “enerjimi bitirdiler, hiç bu kadar umutsuz olmamıştım” diye yakınıyor, herkes arayış içinde…
 

Bu tablonun içinde olan, bire bir yaşayan, zaman zaman tanık olan, zaman zaman da gözlemleyen biri olarak yargım şu ki; son yıllarda en çok da neye hasret çekiliyor biliyor musunuz? Tanınan, bilinen, denenen olmasa da, iş bitiren güven veren, kitleleri kucaklayan, hoşgörülü, kendiyle barışık, sorun çözen, ekip ruhuna inanan, esprili, yasalara saygılı, konuşan, bağırmayan hem de hiç bağırmayan birilerine milletçe hasret kaldık.
 

Böyle birini tanıyan, böyle birine kefil olan varsa baştan söyleyeyim ben ekibinde olmaya hazırım. Artık metin yazarlığı mı olur! Salon toplantılarında konuşma yapmak mı olur! Halkla ilişkiler ve beden dili eğitimi vermek mi olur!Prodüksiyon ekibinde yer almak mı olur! Mesele ülkeyse gerisi teferruattır diyerek hazır ve nazırım.Adaylara şimdiden bol şans diliyor ve sözüm söz diyorum! Bu yazı ve okurlar şahidim olsun…
 

Gelelim sözün özüne; Son yapılan hâkim atamalarında olduğu gibikayırmaca olmayacaksa, yandaşlar hop diye işe alınmayacaksa, yıllarca bekleyenlerin hakkı göz göre göre yenmeyecekse bu duyuru herkese ve her kesime açıktır! Ben umutluyum ayrıca. Memleketin bunca iyi okulundan mezun olanlar var. Memlekette bunca anlı şanlı mektep var. Eğer buralardan tanımlanan ölçülere uygun biri çıkmayacaksa biz dükkânı kapatalım olup bitsin!
 

Yok, eğer anlı şanlı okullarımızın başarılı mezunları kalkıp ben şansımı yurtdışında deneyeceğim, burada bana yer yok derse ve diyorsa ona da söyleyecek söz çoktur ya da yoktur der susarız…
 

Bu yazıdan çıkarılacak derse gelince; “İsrail’de yaşayan ABD’li bir gazeteci her sabah işine giderken Kudüs’teki ağlama duvarının önünde dua eden birini görürmüş. Bir gün dayanamayıp sormuş; “Sizi her gün burada dua ederken görüyorum!” Adam “evet” demiş. 30 yıldır barış için dua ediyorum.  Gazeteci devam etmiş; “30 yıl ha nasıl bir duygu bu?” Adam; “Duvara konuşuyormuşum gibi” deyip başını çevirmiş…
 

Biz de yıllardır duvara mı konuşuyoruz, duvar yazısı mı yazıyoruz? Bilmiyorum! Bildiğim o ki; yazmazsak, konuşmazsak, susarsak, elimizi taşın altına koymazsak en çok da ülkemize yanarız, umutlarımıza yanarız, gençlerimize yanarız, hayallerimize yanarız, kuşakların geleceğine yanarız…
 

O zamanda akşam başımızı koyduğumuz yastıklar alev alıp yanmaz mı?Ya da gözyaşlarımız dereleri aşıp, denizleri doldurmaz mı?