BAŞKENTİN HASTANELERİNE KIYMAYIN EFENDİLER…
Yarınlarımızın kimlere emanet olduğu ve olacağı ortada olsa da alışkanlık gereği, ya da umut fakirin ekmeği deyip yazıp duruyoruz…
Bu yazıda okul servislerinde yaşananlara girmeyecek, servet akıtılarak yapılan, her türlü donanıma sahip olan ancak öğrenci bulunamayan İmam Hatip Liselerine değinmeyecek, bu liseleri eğitimin bel kemiği haline getirmek için atılan adımlara, harcanan paralara, yapılan yeni düzenlemelere dokunmayacak, ancak bir başka konuya dikkat çekeceğim. Çünkü önümde içimi acıtan, gözlerimi dolduran, beni hemen yaz diyen taze ve güncel bir konu var!
Efendim! Geriye dönüp baktığımda pek çoğuyla duygusal bağım olan, kapısından bazen mutlu, bazen acı anılarla ayrıldığım, oralara ait hatıralarımın beni hiç terk etmediği Ankara’daki onlarca hastaneyi kapatma kararı almışlar. Adına “Şehir Hastaneler” dedikleri ve hem kentin dokusunu, hem bütçeyi, hem toplumsal hayatı, hem hasta sağlığını, hem de trafiği çok değiştirecek bir yapılanmaya gidiyorlar. Tablo sadece Ankara için değil, 30 ilde daha bu değişim için düğmeye basmışlar.
Baştan söylemeliyim ki bu yazı başkent esas alınarak yazıldığından biraz duygusal ve kişisel olacak!
Ailemizin ilk torunu olan yeğenim Doktor Sami Ulus Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesinde doğdu. Kapıda haberi aldığımızda aile boyu yaşadığımız sevinç ve mutluluk hala anılarımda tazeliğini koruyor!
Rahmet ve özlemle andığım ablamı Ulus Devlet Hastanesinde kaybettik. Hastanenin koridorlarında attığım çığlık hala boğazımda bir yumru gibi durur.
Eşim Ankara Numune Hastanesi’nde önce ihtisasını yapmış, sonra da yıllarca çalışmış. Hasta- hekim ilişkisini, yönetimin özellikle de bakanlığın hastanelere verdiği değeri anlatıp durur.
Rahmetli babam çok güvendiği doktorları o hastanede görevli olduğu için balını yağını kucaklayıp, tee Kars’tan kalkıp Yüksek İhtisas Hastanesine gelir, hekimlerin ilgi ve bilgilerini över dururdu.
Eşimin ablasının ameliyatı için apar topar gittiğimiz Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinin önce adından sonra da hasta bakımından ne kadar etkilendiğimi hiç unutamadım.
Hele de kayınbiraderimin ameliyatını büyük başarıyla gerçekleştiren, bilgili, deneyimli, deontolojiye saygılı hekimlerin görev yaptığı ve o yıllarda adının hakkını veren Gazi Mustafa Kemal Devlet Hastanesinin doktor odalarında ve yoğun bakım ünitesinin önünde yaptığımız sohbetleri unutamadım.
Rahmetli teyzemi ziyarete gittiğim Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinin konumunu, odaların düzenini uzun yıllar anlata anlata bitiremedim. Daha önce kapattıkları için GATA’dan söz etmiyorum. Ama terhis olduğu gün Hakkâri Çukurca’da vurulan abimin oğlunun o hastanede geçirdiği sayısız ameliyatta gördüğümüz ilginin, bugün gazi olarak yaşamını sürdüren yeğenimin anlattıklarına hiç girmiyorum.
Ben bunları niye yazarım? Demem o ki! Tıbbiyeli Hikmet kuşağından olmasa da o ruhu benimseyen hekimlerin görev yaptığı, meslekten olan bakanların, müsteşarların makamlarına rağmen hastane denetimlerinde meslek büyüklerine “Abi!” diye hitap ettiği bu hastaneler başkentin ağır hasta yükünü başarıyla omuzlayan kurumlardı.
Hekimlerin yoğun ve yorgun iş günlerinin sonunda bahçede toplanarak sırtlarında pelerinleri, üstlerinde uzun beyaz gömlekleriyle günün değerlendirmesini yaptıkları bu hastanelere kıymayın efendiler!
Her biri kendi içinde başarıya ulaşmış, milyonlarca hastaya umut olmuş, kökleşmiş, kurumsallaşmış bu hastaneleri müze yapın, restore edin, staj ve eğitim alanına dönüştürün ama yıkmayın efendiler!