ANALİZ
Bir bakmışız savaşın içindeyiz
Libya’yı konuşmak da yazmak da aslında riskli.
Birincisi; orada neler olup bittiğini tam bilmiyoruz.
İkincisi; iktidar belli ki bu konuda hayli sıkıntılı ve Libya’nın konuşulmasından yana değil. MİT Kanunu ve casusluk suçlamaları herhalde boşuna yapılmıyor.
Ancak nereye kadar?
Şu anda ne kamuoyu ne muhalefet, Libya’daki varlığımızın kapsamını tam olarak bilmiyor.
Savaşçı birliklerimiz mi orada, yoksa sadece teknik uzmanlar mı Libyalılara yardım ediyor kesin bilgimiz yok.
Bu ülkedeki askeri ve sivil personelden can kaybı olduğu da söyleniyor, bunu da doğrulatamıyoruz.
Ancak kısa bir süre sonra muhtemelen bunların hepsi geride kalacak.
Çünkü Libya’da yeni bir dönem başlıyor.
Şu ana kadar iç savaşın tarafları olan Hafter ve Serrac yanlıları, değişik cephelerde savaşıyordu.
Başta Rusya olmak üzere, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın, Hafter’e destek verdiği biliniyor.
Türkiye tavrını açıkça Serrac’tan yana koydu.
Bu açıdan bakınca, Libya’ya resmi dış müdahale sadece Türkiye tarafından yapılıyor gibi görünüyor.
Çünkü diğer ülkeler, önceki güne kadar gayriresmi
olarak taraftılar.
Ancak önceki gün Mısır Devlet Başkanı Sisi, Libya sınırına gitti, son derece düzenli biçimde konuşlanmış Mısır ordusunu denetledi ve Libya’da İhvan’ın kazanmasına göz yummayacaklarını, gerekirse askeri bir operasyona da hazır olduklarını söyledi.
Sisi’nin açıklamaları, Libya’nın başkentini elinde tutan Serrac tarafından “Bu bir savaş ilanıdır” açıklamasıyla daha da gerginleşti.
İşin özeti şu ki, Libya’da kimi terörist, kimi paralı, kimi resmi güçler arasındaki çatışmalar bitip devletler arası savaş başlayabilir.
Peki Türkiye bu savaşın tarafı bir devlet olabilir mi?
Eğer son anda başka bir manevra yapılmazsa, çıkacak bir savaşta Türkiye’nin taraf olması kaçınılmazdır.
Sonucun ne olacağını kestirmek de kolay değil.
Bugüne kadar Hafter’e örtülü destek veren Mısır, arkasına Rusya, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin resmi desteğini aldığında, sınır komşusunun meşru görülen yönetimini devirebilir.
Bu da Türk askeri ile üçlü, dörtlü koalisyon güçlerinin, Libya toprakları üzerinde karşı karşıya gelmesi anlamını taşır.
Türkiye’nin caydırıcı olabilmesi topyekun bir savaşta kolay değildir.
Zamanında “Libya’da ne işimiz var?” diye soranlara öfke saçan ve “Türkiye’nin güvenliği Libya’dan başlar” cevabını verenler; konu caydırıcı olmaktan çıkıp da savaşın tarafı olmaya varınca aynı kararlılığı sürdüremez.
Açıkçası son durumla birlikte, iktidarın Libya’da da maceracı bir politikaya kendini kaptırdığı gerçeği hepimize çok ağır bedeller ödetebilir.
ŞAŞIRDIM
THY’nin Avustralya’da büro açmasının hiçbir mantığı yok
Geçen hafta THY’nin hiç uçmadığı Avustralya’da bir ofisi olduğunu ve burada biri müdür 7 kişinin çalıştığını yazmıştım.
Bu ülkenin en büyük kenti Sidney’de neden ofis bulunduğunu anlattığım yazımda, “Muhtemelen bu ülkeden Türkiye’ye gelmek isteyenlere, bağlantılı cazip THY hatları öneriyorlardır, gerekçe olarak zaten bunu gösterirler” demiştim.
Nitekim THY’den bir açıklama gelmedi elbette ama yandaş tetikçiler, “Bu sayede kaç kişi Avustralya’dan THY bileti alıyor biliyor musun?” türü mesajlar gönderdi.
Ama bu gerekçe gerçekçi değil.
Dünyanın tek akıllı havayolu THY değil elbette.
Pek çok büyük havayolu şirketi, Avustralya’ya uçmuyor.
Elbette onlar da çeşitli ülkelerden aktarmalı, kendi şirketleri için bilet satışı yapıyorlar.
Aralarında Lufthansa, Alitalia, KLM, SAS, Ürdün Hava Yolları, LOT gibi şirketler, THY gibi kalabalık ekipli bir büro açmak yerine, bilet işlemlerini aracı şirketlere vermiş durumda.
THY ise 7 personele ödediği maaş, büro kirası, vergi ve sigortalar ev ve araç kiraları ile birlikte, yıllık en az 3 milyon doları bir anlamda sokağa atmış oluyor.
Yazıktır bu milletin parasına.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
THY bir örnek, yurt dışında akla gelmeyen görevlerle çalışan kaç kişi var?
Hiç uçmadığı Avustralya’da biri müdür, 7 personel çalıştıran THY haberi üzerine, dünyanın çeşitli ülkelerindeki okurlarımdan ve TV izleyicilerimden mesajlar alıyorum.
Çoğu “Bizim yaşadığımız ülkeye THY uçuşları var, ancak öyle büyük kadrolarla çalışıyorlar ki şaşarsınız” diyor.
Bir de Türkiye’de yaşayanların aklına gelmeyen bazı işlerlerde ballı maaşlarla çalışanlar var.
Örneğin cemaatin okullarını biliyorsunuz. AKP’nin kurduğu Milli Eğitim Bakanlığı’ndan bağımsız çalışan Maarif Vakfı devraldı birçok ülkede.
Hepsinde de bol personelli temsilcilikler var.
Nijerya’dan yazan bir okurum, “Burada Maarif Vakfı temsilciliği var, son derece lüks içindeler, başındaki kişinin AKP dönemi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde etkin bir görevde olduğunu öğrendik. Maaşı 10 bin dolarmış. Bu ülkede 10 bin dolarla dünyanın en zengini gibi yaşarsınız” demiş.
Aynı şekilde Anadolu Ajansı da temsilcilik açmış, müdürün maaşı aşağı yukarı aynı paraymış.
Dış ülkelerde temsilcilikler olması, haber büroları açılması kötü bir şey değil elbette ama günün koşulları altında çok daha ucuza halledilecek olmasına rağmen, milletin parasını böyle çarçur etmeye kimsenin hakkı olamaz…
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
65 yaş üstünün çilesi bitmedi henüz
Korona nedeniyle alınan bazı önlemler gevşetildi, hatta çoğu tamamen kaldırıldı biliyorsunuz.
Örneğin büyük sıkıntı yaratan ve yaşlı insanlara hayatı zehir eden “65 yaş üstü olanlara sokağa çıkma yasağı” artık yok.
Ama bu 65 yaş üstünde olanların sorunlarını bitirmedi, bunu da bilelim.
Örneğin birçok market veya dükkanın kapısında hâlâ “65 yaşın üstünde olanların girmesi yasaktır” uyarısı duruyor.
Bu yasak süresinde de onur kırıcı bir olaydı, bunun devam etmesi daha büyük ayıp oluyor.
Bunun ötesinde, 65 yaş üstüne uygulanan seyahat yasakları tamamen kaldırılmadı.
Örneğin bulunduğu yerden başka yerlere gidenlere uygulanan “en az 30 gün dönmeme” kuralı hâlâ yürürlükte.
Bu nedenle örneğin, özellikle tatil bölgelerinde il merkezinde oturan ve ilçelerdeki yazlık evlerine hafta sonları için gitmek isteyenler, eğer 65 yaş üstündeyse bunu yapamıyor.
Yine 65 yaş üstü olup da ailesiyle birlikte 10-15 günlük normal tatil yapmak isteyenler de bundan yararlanamıyor.
Gerçi diyelim ki ailecek arabanıza bindiniz ve bir tatil beldesine gittiniz, pek karışan olmuyor ama birçok kişi yine de “Neme lazım, piyango bize vurur sonra” endişesi içinde.
BUNU YAZMAK GEREK
Amerika’yı da Türkiye gibi zannetmenin maliyeti yüksek olabilir
Bugün Amerika’da piyasaya çıkacak olan bir kitap, belli ki ortalığı çok karıştıracak.
Gerçi daha çıkmadan kitaptan alınan küçük bölümlerin bile kıyameti koparması, kitabın tümüyle okurun eline geçmesiyle daha da etkili olacağa benziyor.
Trump’ın seçildikten sonra, ulusal güvenlik danışmanı yaptığı, sonra aralarına kara kedi giren Bolton’un, “Trump dönemi anıları ve ifşaatları” içinde, Türkiye bölümü de var.
Buna göre; Erdoğan’ın Halkbank davası nedeniyle Trump’tan yardım istediği, Amerika Başkanı’nın da “Obama’nın atadığı savcı ve hakimlerin görev süresi bitince, içeriye kendi adamlarımdan da sokacağım, merak etme” dediği anlatılıyor kitapta.
Konunun ayrıntıları, yandaş tetikçi medya saklamak için yırtınsa bile nasıl olsa önümüzdeki günlerde ister istemez gündemde olacak.
Bu konuda dikkatimi çeken nokta, konuya Amerika’nın yaklaşım tarzı oluyor.
İşin aslı şu ki; Bolton’un, Trump’a yönelik Halkbank eleştirisi, “yargıya müdahale edildiği” gerekçesiyle yapılıyor. Bu, Türkiye’de pek anlaşılır bir durum değil.
Çünkü Türkiye’yi yönetenler, 18 yıldır yargıya nasıl müdahale edildiğini çok güzel gösterdiler.
Bu nedenle kamuoyunun önemli bir bölümü Trump’ın, Halkbank davası konusunda, Erdoğan’a destek olmak için yargıya müdahale etmesini çok doğal ve yerinde bir karar olarak niteleyecektir. Oysa konu, Amerika’da bu kadar basit alınmıyor ele.
Kitaptaki bu iddialara Trump ve yönetimi, makul cevaplar veremez ve kanıtlar gösteremezse, sadece Halkbank olayı bile Trump’ın çöküşüne neden olabilir.
https://twitter.com/can_atakli_