ANALİZ

Bir lahmacun 100 lira, şezlong 1000 lira olur mu? Bal gibi olur olmasına da püf noktasını öğrenin ve para ödemeyin

Her yaz özellikle kendine “merkez medya” diyen kimi gazete ve televizyonlarda “Çok pahalı tatil haberleri” görürüz.

Gazete başlık atar; “Yuh, bir şişe suyu 15 liraya satıyorlar.”

Ya da “Odanın geceliği 10 asgari ücret tutuyor” başlığı da olabilir.

Geçen yıl “Bodrum’da bir lahmacun 50 lira” haberi çok yankı yapmıştı.

Bu yıl “zam” yapmışlar; “bir lahmacun 100 lira” olmuş.

Yine bu medyadan öğrendiğimize göre, korona nedeniyle deniz kıyısında da fiziki mesafe kuralları uygulanacağı için şezlong fiyatları da fırlamış ve “bir şezlong için 1000 lira”  isteniyormuş.

Neyse yanındaki şemsiyeden ayrıca para almıyorlarmış, o da şezlong fiyatının içindeymiş.

Tabii bütün bunlar aslında geyik muhabbeti.

Parası olmayanlara veya olup da bu kadar harcamayı göze alamayanlara “tatil gevezeliği malzemesi” veriyorlar.

Tabii bazı kavruk gazetecilerin gerçek fikrini de yansıtabilir bu tür haber başlıkları.

Garibim, hayatında hiçbir şey görmemişse kendi maaşıyla lahmacuna 100 lira, akşama kadar güneşleneceği şezlonga da 1000 lira verdiğini hayal edip çılgına dönüyor da olabilir.

Sonuçta 100 liraya lahmacun, 1000 liraya da şezlong olur mu?

Olur tabii, bal gibi olur.

Ödeyebiliyorsanız lahmacuna 200 lira da verirsiniz.

Ama sanki “herkes lahmacunu 100 liraya yiyecek” gibi sunulursa haber, elbette “Yuh yani” demenin sakıncası olmadığı gibi, gereklidir de üstelik.

Peki, bazı yerler niye bu kadar pahalı?

Cevabı çok basit; herkes gelmesin diye.

Günümüzde kimsenin müşteri beğenme hakkı yok, ayrımcılığa hatta ırkçılığa giriyor bu.

Oysa “Valla kardeşim bende bir bardak su 25 lira” dediğinizde müşteri seçmenize gerek kalmıyor, onlar kendi kendilerini eliyorlar.

Buraya kadar güzel, şimdi bir püf noktasından söz etmek istiyorum.

Böyle çok pahalı bir yere gidip her şeyden yararlandıktan sonra önünüze çok yüksek bir fatura getirilirse maraza çıkarabilirsiniz.

Nasıl mı?

Anlatayım;

Lokanta, cafe, plaj ve benzeri hizmet sunan tüm işletmeler girişe görünür biçimde tarife koymak zorunda.

Fiyat etiketi yönetmeliğinin 8/1 maddesi “Hizmetlerin özelliğine ve tüketiciye sunuluş biçimine göre, tarife ve fiyat listelerine ilişkin belge, levha, pano ve benzerleri, hizmetin sunulduğu iş yerinde, tüketiciler tarafından kolaylıkla görülebilir ve okunabilir şekilde asılır, takılır veya konulur” diyor.

Yönetmelikte ayrıca şu çok önemli madde de (8/2) var. Şöyle diyor;

“Tarife ve fiyat listesinde gösterilen fiyatların dışında; servis ücreti veya herhangi bir isim altında başka bir ücret alınması halinde, bunun tarife ve fiyat listesinde gösterilmesi zorunludur.”

Aynı şekilde 8/3 maddesinde, “Tüketiciler tarafından kolaylıkla görülebilecek, okunabilecek…… açıkça belli olacak şekilde konulması gerekir….” ve “Etiket ve listelerde satış fiyatlarını Türk Lirası, TL veya (    ) simgesi şeklinde yazılması zorunludur” deniliyor.

Yanisi şu ki; Bir yere girdiniz, dışarıda bir tarife listesi yok. Yemeği de yediniz. Acayip fiyat geldi. Eğer ödemek istemiyorsanız ödemeyin ve yönetmeliği hatırlatın. Sizden bu parayı alamazlar.

Ama “Yok canım, bir hırgür çıkmasın” diyorsanız eğer hesabı ödeyin, mutlaka ve mutlaka fiş veya fatura alın sonra gidip şikâyette bulunun.

Nereye mi?

Kaymakamlıklarda Hakem Heyetleri var. Esnaf odasının bu tür yerler için belirlediği asgari fiyatı ödersiniz o zaman.

Önemle uyarmak isterim. Bunu yapacaksanız gittiğiniz yerin girişinde veya başka bir yerinde görünür biçimde tarifenin asılı olmadığından emin olun.

Dikkatinizden kaçmışsa yandınız o zaman, beni de “Ama o yazmıştı” diye sıkıntıya sokmayın.

Tamam mı, anlaştık mı?

Haydi şimdi isteyen koşsun 100 liralık lahmacunlara.

NOT: Bu yazıya mesajıyla ilham kaynağı olan değerli okurum Orhan Keskinsoy’a teşekkür ederim.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Gençler Erdoğan’ı ne de severlermiş!

Cuma akşamı internet üzerinden gençlerle buluşmuş AKP Genel Başkanı.

Amaç elbette “Erdoğan gençlerle buluştu, gençler başkanı çok seviyor” propagandası yapmak.

Nitekim yandaş tetikçi medya haberi aynen böyle duyurdu.

Yandaşlara göre gençler, Erdoğan’ı sorularla sıkıştırmışlar.

Erdoğan, gençlerin dertlerini dinlemiş, birlikte türküler söylemişler, falan filan.

Ancak internet yayınlarının asla saklanamayan, üstü örtülemeyen, gizlenemeyen bir gerçeği var.

Her şey anı anına görülebiliyor.

Kaç kişi izlemiş, kaç kişi beğenmiş, kaç kişi beğenmemiş, kaç kişi olumlu, kaç kişi olumsuz yorum yapmış, hepsini görebiliyorsunuz.

Üstelik bunlar sonradan da silinemiyor.

Yandaş tetkikçi medyanın pek beğendiği bu sohbeti, benim yazıyı yazdığım saat itibarıyla 1 milyon 782 bin 129 kişi izlemişti.

İzleyicilerden 81 bini sohbeti beğendiğini ifade etmiş.

Buna karşı 326 bin kişinin ise beğenmediği resmen kayda geçmiş.

Bu arada program başladığında açık olan “yorumunuz” bölümü ise kısa bir süre sonra kapatılmış.

Çünkü o an itibarıyla gelen yorumların yüzde 90’ı olumsuzmuş.

Durum böyle olunca Cumhurbaşkanlığı danışmanları “Amanın, bu böyle giderse rezil olacağız” diye düşünerek herhalde, “Yeter bundan sonra yoruma gerek yok” diyerek bu bölümü kapatmışlar.

İnternet, sınırlı bir ortam olduğu için görünen çok net ve doğru bir sonuç olarak değerlendirilemez ama belli ki üniversite dönemine kadar olan gençlik, Erdoğan’dan o kadar da hoşlanmıyor demek ki.

ÇOK GÜLDÜM

Tutabilirmiş

Badanacılar evin içini bitirip dışarıları boyamaya başladılar, karım sokak kapısını kapatıp içerileri temizlemeye başladı. Tam yerleri sabunlayıp işini bitirdi ki kapının zili çaldı, işçilerden biri ayakkabıları tozlu ve boya içerisinde “Abla tuvalete girebilir miyim?” diye kapıda bitti.

“Aman dur” dedi karım telaşla, temizlediği yerler kirlenmesin diye “Dur, dur, dur, gidip gazete getireyim de yerlere sereyim” dedi.

İşçi “Boş ver abla” dedi “Sıkıntı olmaz.. Tuvalete yetişene kadar tutabilirim..!”

4’üncü bira

Ofistekilerden biri öğlen tatilinden dönmeyince “Hangi cehennemdesin?” diye telefonla aradım.

“En samimi arkadaşım Cengiz’le arka bahçesinde mangal yaktık, ben 4’üncü biramı içiyorum patron” demez mi?

Bir an çıldırmak üzere olduğumu fark ettim.

“Nee?.. Olamaz!” diye bağırdım “İş zamanı, öyle mi? Sana inanamıyorum!”

Yanımda çalışan “Aa.. Vallahi.. Neden inanmıyorsun ki? Bekleyin o zaman” dedi ve bağırmaya başladı; “Cengiizzz, söylesene la şuna… Bu benim 4’üncü biram değil mi?”

https://twitter.com/can_atakli_