BU HAFTAKİ YAZIMI OKURLAR YAZDIRDI!

Efendim! Bazen öylesine şık, öyle zarif ve öğretici iletiler alıyoruz ki insanın ayağı yerden kesiliyor, balon olup uçası geliyor desem yeridir! Bazen de anlaşılmaz,  zorlayan, denklem gibi olan iletiler geliyor ki anla anlayabilirsen dedirtiyor. Siz anladınız ne demek istediğimi biliyorum! Tıpkı bu meslekte yazıyı bazen gündemin belirlediğini, bazen okurun yönlendirdiğini bildiğim gibi! Ben orta yolu bulmaya çalışanlardan ve suya sabuna dokunarak ilerleyenlerdenim bildiğiniz gibi…

Siz bu yazıyı okurken haklı olarak bırakın yazılara gelen yorumları diyebilirsiniz. Uzak diyarlara bakmaktan artık vazgeç, yanı başımıza bakmak yeterliyken kalkıp nelerle meşgul oluyorsun diye eleştirebilirsiniz. Haklı da olursunuz ayrıca. Ancak ben de son yazıma gelen yorumlardan yola çıkarak yine ve yeniden bir eğitim dosyası açmanın tam zamanı diyor ve hiç bir şeye yaramadığını bildiğim halde bilmem kaçıncı kez kara kara düşünerek sizleri gerçeklerle baş başa bırakıyorum…

Çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceği için herkesin duyduğu ortak kaygı dev olmuş önümüzde dururken, ünlülerin kitap kuyruğu gibi kilometrelerce uzarken pek çok aile çocukları için başka ülkelere yerleşmeye başlamışken, ülkemizde çocuk olmak, öğrenci olmak, genç olmak giderek zorlaşırken, yönetim her türlü sürprize hazır olun diyor. Yetinmiyor gidenlerin bilet parasını vermeyi öneriyor!

Malum! Değil hafta, değil ay, gün içinde değişen eğitim sistemiyle, durmadan değiştirilen sınavların yarattığı stresle okul bitirmek, üniversite kazanmak yetmiyor ve sorunları çözmüyor. Hal böyle iken gelin bu gençlikten size güvenmelerini bekleyin. “Hazreti Nuh’un cep telefonu vardı.” diyen öğretim üyelerinin görev yaptığı anlı şanlı üniversitelerde okuyan öğrencilerin yerinde siz olsanız güvenir misiniz? Bu sözü niye dedi, nasıl dedi, neye dayanarak dedi demez misiniz?

Hepimiz (MEB hariç) artık ülkemizde eğitim sisteminin yenileme değil, çağların ötesine götürüp eskitme çabaları olduğunu görüp izliyoruz. Nerdeyse eğitimin geleceğinin ülkenin geleceği olduğunu bile unuttuk. Öğrencilere gerçek dünyanın sorunlarını kavratmaktan öte, o genç beyinleri dinle, hurafelerle doldurmaya başladık ve büyük ölçüde başardık.

Şimdi bir özeleştiri yapalım. Bir baba düşünün( devlet baba ya!) Kendi öz çocuklarını nitelikli- niteliksiz diye ayırıyor! Bununla yetinmiyor, bazılarını daha çok öne çıkarıyor, bazılarını durmadan dışlıyor, para vermiyor, başının çaresine bak diyor. Böyle baba olur mu? MEB bunu nasıl yapabiliyor ve nasıl içine sindiriyor anlamak zor! (yoksa kolay mı?)

MEB ve başındaki zat; 21. yüzyılın yenilikçilik, yaratıcılık, iletişim, işbirliği, esneklik, uyum sağlama, inisiyatif kullanma, dünyaya açık olma yetileri gerektirdiğini bilmiyor mu? Ayrımcılık yaptığını unutarak bazı okulları korur kollarsam yeterli olur mu sanıyor? Yoksa öğrenci ve veliyi önemsemiyor mu?

Geçmişinde Köy Enstitüleri gibi bir eğitim başarısı ve gerçeği olan bir ülkenin geldiği nokta iç acıtıcı ve göz yaşartıcıdır. Köy çocuklarını alıp eğiten, o kır çiçeklerini alıp geleceğe hazırlayan, birey yapan, hayal kurduran, hayallerini gerçekleştirmeyi öğreten kurumlar göz ardı edilirse olacağı budur. Eğitim siyasete kurban edilirse geleceği nokta budur. Hele de seçime çeyrek kala, plansız- programsız eski köklü üniversiteleri bölüp parçalayarak 15 yeni üniversite açmaya kalkmak yandaşa istihdam yaratmanın dışında neye yarayacaktır anlamak zor. (yoksa kolay mı?)

Eğitim tarihimize ışık tutan, toplumsal belleğimizin değerli sayfalarından olan binlerce öğretmen, eğitmen, sağlık memuru yetiştiren ve insanların hayatına değen, onların hayatının akışını değiştiren, onlara kısa sürede düşünsel ve kültürel değişim sağlayan bu aydınlık kurumlardan yararlanmak varken onları yok saymak niye?

MEB biliyor mu bilmiyorum ama! Gençlik artık saklamadan, gizlemeden, üstünü örtmeden bazı şeyleri görmek istiyor. Dayatmadan, yönlendirme yapmadan, kandırılmadan, çıplak gerçekleri öğrenmek istiyor.

MEB görüyor mu bilmiyorum ama! Gençlik artık hocası olmayan, alt yapısı yetersiz, verdiği diplomalar işe yaramayan bilim yuvalarının açılmasının kendisine hiçbir şey sağlamadığını biliyor. Bu tür yerler açıldıkça işsizliğin arttığını, intiharların çoğaldığını, yeni arayışlara yöneldiklerini görüyor. (Burada bir parantez açıyorum). Kendi çocuklarını işadamı amca desteğiyle yurtdışında okutan yöneticiler ellerini vicdanlarına koysunlar ve düşünsünler! Oldubittiye getirilerek seçim yapmak, köklü okulları parçalayarak okul açmak,  “ben yaptım oldu” demek çare mi?

Yüze ve göze bulaştırsalar da, tehlikeli sularda yüzmekten asla geri kalmayanlar hissediyor mu bilmiyorum ama! Ülkenin bunca sorunu varken, eskileri bozarak yeni üniversiteler açmanın, yüksek öğretimde apar topar baskın, hatta yıldırım kararlar vermenin çözüm olmadığını biliyorum. Gecekondu üniversite açmakla, gece gündüz her yerde bağırmakla, yetkilerin tek kişide toplandığı Türk usulü başkanlıkla ülkeyi zor günlerin beklediğini sağır sultan bile duydu belli!

Belli olmayan şu ki, daha doğrusu belirsiz olan şu ki; tartışılmaz ağırlığı ve önemi olan sorular ve sorunlar yetkililerden kesin, kısa, yalın yanıtlar bekliyor. Hele de “Milletin umudu, ümmetin gururu, korkunun kalesi” sayılan CB’dan…