Bu yalvar yakarışı Davutoğlu’nu kurtarmaz
Artık çok belli ki Başbakan Ahmet Davutoğlu için çok zor günler başladı.
Artık çok belli ki Başbakan Ahmet Davutoğlu için çok zor günler başladı.
Sarayın darbelerine karşı ne yapacağını şaşırmış durumda.
Ancak arkasındaki küçük bir grup “Sen başbakansın, sana bir şey yapamazlar, diren Davutoğlu” diye gaz veriyor.
Sonucu baştan belli bir savaş bu, Davutoğlu’nun kazanması mümkün değil.
Burada şaşırtıcı olan iktidar içindeki bu çekişme uzun süredir biliniyor. Buna rağmen taraflar hep “dışarıyı” suçlamayı tercih ederek “fitne fesatla aramızı bozamazsınız” havası yapmaya çalışıyor.
Açıkça ben bu tartışmalara çok fazla girmek istemedim. Çünkü iki şeyi çok iyi biliyoruz artık;
1) İktidarın belli bir karakteri olmadığı için gerçekleri çarpıtmayı, doğruyu çok güzel yalanlarla savurmayı iyi biliyorlar. Bugün kanlı bıçaklı olsalar bile yarın hiçbir şey olmamış gibi davranabilirler.
2) İktidar içinde bir çekişme olduğu kesin de, bu “galibi belli” bir savaş. Davutoğlu’nun kazanması mümkün değil.
Anladığım kadarıyla saray, konuyu “sulh yoluyla” çözmek istiyor. “Sulh yolu” dediğim Davutoğlu’nun “sorun çıkarmadan” istifa etmesi.
Saray istese Davutoğlu’nu görevden alabilir, yani azledebilir. Ama bunun kamuoyunda yankılanması beklenmedik sonuçlara yol açabilir.
Bu nedenle Davutoğlu’nun kendiliğinden gitmesi gerek.
Bu da şimdilik çok kolay görünmüyor.
Davutoğlu “çarpışarak” gitmekten değil “yalvar yakar olarak” görevini sürdürmekten yana görülüyor.
Başbakan’ın dünkü Meclis konuşması bana göre bunun açık delili.
Ne diyor Davutoğlu; “Nefsimi ayaklar altına alırım, bir faninin terk etmeyeceği düşünülen her makamı elimin tersiyle iterim ama asla bu kutlu hareketteki hiçbir dava arkadaşımın kalbini kırmam. Bu kadroların üzülmesine izin vermem. Bugün herkes imtihanlıdır. Biz sağ ve sol omuzumuzdaki meleklerin yazdıklarına bakarız. Biz onların tuttukları dosyalar için yaşıyoruz. Son nefesimizde onları hayır şadetmesi için çalışıyoruz. Kim ne fitne yaparsa yapsın, kim ne yazarsa yazsın, biz bu iki yazıcının dosyasından korkalım, Allah’tan korkalım.”
Bu çok açık bir yalvarıştır. Saraydan son bir şans tanınmasının talebidir.
Bu yalvar yakarıştan sonra Davutoğlu görevini sürdürebilir mi?
Bunu tahmin etmek için Davutoğlu’nun gelecek planlarını bilmek gerek.
Türkiye’nin rahatlaması, siyasetin normale dönmesi, terör ve şiddet ortamının bitmesi için Erdoğan’ın artık kenara çekilmesi gerektiğini söyleyenlerin sayısı giderek artıyor.
AKP çevrelerinde de artık bu görüşe katılanlar var.
Burada önemli olan; gelişmelerden sarayın ne kadar etkileneceği ve ne kadar panikleyeceğidir.
Davutoğlu ile açıktan bir savaş çıkarsa, galibinin saray olacağı kesindir ama bunun sonunda partinin parçalanması ve bir merkez sağ partinin ortaya çıkması olasılığı da vardır.
Saray son çare olarak “bir baskın seçim” riskini bile göze alabilir.
ŞAŞIRDIM
“Kandırıldık” açıklamasının acı sonucu
Hrant Dink 19 Ocak 2007’de alçak bir saldırıda hayatını kaybetti.
Hrant Dink 19 Ocak 2007’de alçak bir saldırıda hayatını kaybetti.
Katili hemen yakalandı ama arkasındaki güçler konusunda tam 9 yıl boyunca kafamız hep karışık kaldı.
Önce bağımsız olarak bakılan cinayet davası, Ergenekon terör örgütü sayılsın diye bu dosyaya eklendi.
Ergenekon iflas edince aynı dava bu kez cemaate terörist diyebilmek için Fetö davasına monte edildi.
Dün ise yandaş bir gazete Hrant Dink cinayetine jandarmanın da katıldığına ilişkin “dehşet” belgeler yayınladı.
Habere göre katil Ogün Samast Dink’i vurana kadar 6 jandarma tarafından izlenmiş, adeta korunmuş ki cinayeti işleyebilsin.
Bu görüntüler cinayet gününden beri elde duruyor. Amaç cinayetin hesabını sormak değil de Türkiye ile hesaplaşmak olduğu için ortaya çıkarılmamış belli ki.
Hırant Dink cinayetinde cemaatin parmağı olduğu ilk günden beri söyleniyordu da iktidar o günlerde kulak asmıyordu.
Ne zaman para ve gücü paylaşamayıp birbirlerine savaş açtılar o zaman “kandırıldık” diyerek bütün pis işlerden sıyrılacaklarını düşündüler.
Şimdi gerçekler ortaya çıkıyor.
İktidarın “kandırıldık” diye sıyrılmaya çalıştığı o kirli işbirliğinin ne kanlı cinayetleri de içinde barındırdığını görüyoruz artık.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Bir eski dostla yeniden kucaklaştık
Vatan Gazetesi’nde yazdığım sıralarda köşemde Yıldırım Tuna’dan fıkralara da yer verirdim. Günün kasvetli konularının yanında hafif bir tebessüm herkese iyi gelirdi.
Vatan Gazetesi’nde yazdığım sıralarda köşemde Yıldırım Tuna’dan fıkralara da yer verirdim. Günün kasvetli konularının yanında hafif bir tebessüm herkese iyi gelirdi.
Vatan’dan “ayrılmak zorunda kalmamdan” sonra tabii fıkraları yayınlayacak yerim de kalmadı.
Bu hafta Yıldırım Tuna ile yeniden buluştuk ve hasret giderdik. Artık yine ara sıra birlikte tebessüm edeceğiz.
İsterseniz bugünden başlayalım;
İki balıkçı oturmuş konuşuyorlar, 1. balıkçı diğerine “Yakaladığın ilginç bir balık türü var mı?” diye sormuş. “Denizkızı” demiş diğeri, “Ben arada Denizkızı yakalarım..”
1. balıkçı “Ciddi misin? Nasıl?” diye sorunca cevaplamış; “Önce çok temiz bir politikacı bulup deniz kenarındaki bir kayaya oturtuyorsun. Denizkızı sadece ona geliyor.”
Diğeri şaşırmış tabii “Aa?” demiş “İnan masallarda çok duydum ama hiç görmedim. Herhalde çok ender bulunuyor olmalı.”
1. balıkçı “Evet” demiş, “Esasında Denizkızına da artık sık rastlanmıyor..!”
BEĞENDİM
İzmir’deki “soyunuk eylem” daha önce reklam filmi senaryosu olmuştu
İzmir’de 1 Mayıs kutlamalarına katılan bir grup polis aramasından geçerken soyunmuştu. Gençler polisin bedenlerine dokunmasını istemediklerini belirterek güvenlik noktasını böyle geçtiklerini söylemişlerdi.
Çok ilgi çeken bu eylem yıllar önce Mazhar Alanson’un oynadığı bir reklam filminin senaryosuydu.
Alanson havaalanına doğru taksi ile giderken soyunmaya başlıyor, kapıdan atlet ve donla giriyor böylelikle polisler üst araması yapamıyor.
Şimdi gençler hakkında “teşhircilik” yaptıkları gerekçesiyle “kabahatler kanununa” göre dava açılacakmış.
Reklam olunca oluyorsa gerçek hayatta niye olmasın, ne kabahatı, çok zeki bir eylemdi…
BUNU YAZMAK GEREK
Misliyle misilleme yüreklerimizi soğutmuyor
Kilis’e sürekli roketli saldırı artık her günün rutin olaylarından biri haline geldi.
Kilis’e sürekli roketli saldırı artık her günün rutin olaylarından biri haline geldi.
Dün sabah Kilis’e yine bir roket atıldı, yaralananlar oldu, bugüne kadar yitirdiğimiz can sayısı 20’yi geçti.
Türkiye bir terör örgütünün sistemli saldırısı karşısında, ama tuhaf bir şekilde eli kolu bağlı. Sanki içerdeki bir el “IŞİD’e dokunma” diyor.
Askerler her gün güya rapor veriyor ama ne Birleşmiş Milletler kuralları gereği sıcak takip yapabiliyor ne uçaklarını kaldırabiliyor. Amerika’ya duacı olmaktan başka yapabildiğimiz bir şey yok.
Onlar İncirlik’ten uçak ya da İHA kaldırıyorlar ve “vurduk” diyorlar.
Bizim yaptığımız tek şey “roket izine” bakıp aynı yere obüslerle atış yapmak.
Sonra da açıklama yapıyorlar “Şu kadar IŞİD’li öldürdük, misliyle misilleme yaptık.”
Gerçekten IŞİD’li teröristleri imha ediyorlarsa tamam da, şunun da bilinmesi gerek; “Teröre karşı misliyle misilleme artık bu halkın yüreğini soğutmuyor. 20 can verdikten sonra 200 kişi öldürmenin anlık bir rahatlama dışında hiçbir faydası yok.
Burası sadece Anadolu’da bin yıllık devlet, karşımızda ise ne idüğü belirsiz çapulculardan oluşan bir dinci terör örgütü. “Misliyle misilleme yaptık” övünmesi iyi bir şey olmadığı gibi ayıptır da.
Git, yok et ve dön. Bu kadar basit.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Başımıza bir de bisiklet fetişizmi çıktı
Bisiklet çocukların en sevdiği oyun araçlarından biri olduğu kadar en ucuz ulaşım araçlarından biri.
Bisiklet çocukların en sevdiği oyun araçlarından biri olduğu kadar en ucuz ulaşım araçlarından biri.
Birçok Avrupa ülkesinde insanlar işlerine bisikletle gidip geliyor.
Son zamanlarda bir bisiklet merakı Türkiye’de de başladı.
Özellikle belediyeler galiba “daha halkçı” göründüklerini sanarak bisiklete önem vermeye çalışıyorlar.
Oysa bisiklet örneğin İstanbul’da ancak bir eğlence aracı olabilir, ulaşımda kullanılması olanaksız değil ama ona yakın zorluktadır.
Çünkü bisiklet düz yol aracıdır. Avrupa kentlerinde bisikletin çok yaygın olması bir ikisi dışında hemen tüm kentlerin tabak gibi dümdüz olmasından kaynaklanmaktadır.
Bazı Anadolu kentlerinde bisiklet ulaşım aracı olarak kullanılabilir ama örneğin İstanbul’da bu mümkün değil.
Çünkü İstanbul çok yokuşu olan bir kent. Ben kendi evime arabayla çıkarken devir düşüyor ve ancak birinci vitesi kullanabiliyorum, yokuşu anlayın yani.
İstanbul’un tamamı böyle. Bu durumda bisikletin ulaşımda kullanılması nasıl mümkün olsun.
Buna rağmen İstanbul’da yeni bir adet çıkardılar, bazı bölgelerde “şeridi paylaşın” tabelası koyarak bisiklete özendiriyorlar güya.
“Şeridi paylaşın” yazan yerlerde mobil ekipler gezerek yol kenarına park eden bütün araçlara ceza kesiyorlar.
İyi de sokakların çoğunda “İspark’ın yol üstü parkları” var. Bisikletler buradan nasıl geçecek?
İspark olmayan yerlere güya bisiklet yolu koyuyorlar, ama İspark varsa bisiklet yolu da yok.
Anladığım şu ki; devlet aklına esen her noktadan para toplamak için bu tür haksızlıklar yapıyor.
İstanbul’da bisiklet yolu ancak düz ve geniş caddelerde ve trafiğe kapalı alanlarda açılabilir.
“Biz halkçıyız, bisikleti özendiriyoruz” lafı popülizmden öte bir anlam ifade etmez.
https://twitter.com/can_atakli_