DERDİMİZ BUDUR ve BÜYÜKTÜR…

Sonda diyeceğimi başta diyerek, yazımın büyüsünü bozmayı göze alıyorum!

Başlamadan önce de nicedir duydukça içimi acıtan ve beni hiç terk etmeyen bir gerçeği sizlerle paylaşmak istiyorum. Söz veriyorum, üzüldüğüm ve üzdüğüm için bu konuyu bundan sonra fazla yazmayacağım, ama şunu belirtmek ve şunu söylemek zorundayım. Ülkede şaşılacak bir sessizlik var, yaşlılar umutsuz, genç eğitimliler çekip gidiyor. Keşke her konuda yeni bir KHK çıkaran yetkili kurum ve kuruluş, bir KHK’da “korkmayın her şey düzelecek, emin ellerdesiniz” diye çıkarıp tansiyonu biraz düşürse iyi olur diyorum! Bir KHK yeterlidir.

Gelen okur mektuplarına bakıyorum, bazıları içimi açıyor, bazıları içimi acıtıyor! “Köşenizden bilmediğimiz pek çok şeyi günü gününe öğreniyoruz” diyenler için kendime minicik bir pay çıkarıyor, ekonomiden eğitime, yazıp çizdikçe içimi acıtanların uçsuz bucaksız oluşu karşısında dona kalıyorum. Sadede gelirsek;

Önce ekonomi! Son yıllara ve aylara damgasını vuran Büyüyen Türkiye masalı, uçuşa geçen döviz, zayıflayan Türk lirası, artan milyoner sayısı, açlık ve yoksulluk sınırındaki milyonlar ve yangını söndürmek için ortada görülmeyen, kısa ve uzun vade de görülmeyeceği belli olan program…

Gelelim eğitime; 2002 yılında ülkemizdeki İHL sayısı (İmam Hatip Lisesi) 450, öğrenci sayısı 71 bindi. Bugün İHL sayısı 1452, öğrenci sayısı 645 bini aşmış. Yani her yüz liseliden 15’i İHL’li…

Sırada beyin göçü var! Geçen yıl 253 bin 640 yurttaş ülkeyi terk etmiş. Yani iyi eğitim almış, kendine güvenen, yurtdışında el üstünde tutulan bir kuşak doğup büyüdüğü topraklardan umudunu kesip bir yolunu bularak göçüp gidiyor, çekip gidiyor, kopup gidiyor, kaçıp gidiyor, bıkıp gidiyor ve dönmeyi düşünmüyor…

Geride evlatlarını özleyen aileler, lokmaları boğazına dizilen anneler, gözyaşlarını saklamaya çalışan babalar ve gittiği yerde; “anne köftesini, babayla yapılan maç sohbetini, dededen koparılan harçlıkları” özleyen evlatlar kalıyor…

Bu öncelikle büyük bir kan kaybıdır. Son 10 yıla bakarsanız 2 milyona yakın yetişkin iyi yetişmiş, üretken, bilgili, donanımlı, kapasitesi yüksek insanlar ve gençler ülkeden gitmiş. Bunun yaygın adı beyin göçüdür. Bunun adı “ustalık eserim” diye övündükleri Yeni Türkiye’den insan manzaralarıdır. Bunun adı; koparılan bağların, ayrılan yolların geldiği son duraktır.

Beyin göçünde başı çeken iller; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya olarak sıralanıyor. Ve bu durum bir eğitimci olarak, bir anne olarak, bir yurttaş olarak derdimiz budur ve büyüktür dedirtiyor…

Çare nedir derseniz? Düşünceden duyguya, dilden sanata, bilimden eğitime, tarımdan endüstriye kadar her alanda akılcı olmak zorundayız. Bağları koparmamak, liyakati elden bırakmamak, insanları ayrıştırmamak, laik ve çağdaş eğitimden uzaklaşmamak zorundayız. Aksi halde gidişi durduramayız. Ve her gidiş; uygarlık alanından sapış, zaman kaybı, enerji kaybı, insan kaybı olarak önümüze gelir, resmi rakamlar bunu söylüyor?

Bu arada yönetim katından müjdeler de yok değil! Örgün eğitimde Portekiz dilinin öğretilmesi kararı alınmış ve Resmi Gazete’ de yayınlanmış. Buna göre; Gençlerimiz artık Portekiz, Brezilya, Mozambik ve Angola’da rahatlıkla işi bulabilecekler demektir, onlara yeni bir iş kapısı daha açılacak demektir…

Şimdi ortalarda, ekranlarda, mikrofon önünde; ben çerçeveyim diye bağır bağır bağıran gözlükler takarak, çok mühim bir şeyler söyleyecekmiş gibi edalar takınarak, kahve muhabbeti kıvamında resmi açıklamalar yapanlara sormak zamanıdır! Hiçbir konuda ve hiçbir zaman zarar hesabı yapmadığınızın, böyle bir derdinizi olmadığının farkında mısınız? Hata yapmak sizin lügatinizde yok mu? Hoyrat ve tuhaf zamanlardan geçtiğimiz bugünlerde bir özeleştiri vermeyi düşünür müsünüz?

Yoksa Abdülhamit Han’dan Ertuğrul Gazi’ye uzanan, Diriliş dizisinden ilham alıp, Söğüt’e uzanan ve çıtayı çok daha yükselten örneklere dalıp gidelim mi? Her yandan ve her yerden kaba-saba tatsız, çirkin saldırıların avaz avaz üstümüze geldiğini görüp “ya medet!” dileyelim mi?

Yoksa susmanın zor ama soylu olduğunu itiraf ederek, bazılarını okuru bıktırmamak için yazamadığımız, ya da bu kadarcık yazdım deyip yetindiğimiz konulara yeniden ve yine dönüp; Yaptıkları her çıkışla gözlerimizi nemlendiren, namlu bakışlı büyüklerimizin “endişelenmeyin” demelerini mi bekleyelim? Diyelim ki dediler ve biz endişeyi bıraktık. Net, basit, anlaşılır, tutarlı, mantıklı konular önümüze geldi. Bugünden yarına her şey hemen düzelir mi? En basiti 4 milyona dayanan Suriyeli ülkesine döner mi?

Umutlarımız kırık, canımız sıkkın, çoğumuzun ağzını bıçak açmıyorken, yetişin ağır ateş altındayız demekten bıkıp usandık. Hele de sorgulamayan, kafa yormayan, tepki duymayan, hesap sormayan, Rabbin imtihanı diyenleri gördükçe! Salça 20 liradan 50 liraya çıkmış, ekmeğe zammın eli kulağında, Pazar esnafı aralarında anlaşmış, sırayla tezgâh açıyor, AVM’lerde dükkânlar ardı ardına kapanıyor. Şimdi kalkıp aman sende “ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” ya da ayran yerine ejder suyu içsinler mi diyelim?

Bu arada Kütahya’nın bize anlatacakları var! Kütahya’ya bir şeyler oluyor. Bilmeyenler için anlatayım. Şehir efsanesi gibi ortalarda dolaşan resimlere göre; Belediye başkanı makam odasını, vali makam aracının içini milyonlar harcayarak döşüyor. 10’u çocuk 12 kişinin yanarak can verdiği Aladağ tarikat yurdundan tutuklu tek sanık kalmadı. Aileler; “meğer suçlu çocuklarımızmış” diye gözyaşı döküyor. Destansı başarılara imza atanlar ve mucizeler yaratanlar ne düşünür acep?