GENEL OLARAK ÇOCUKLARA, ÖZEL OLARAK ÇOCUKLUĞUMA…

Çocukluğumun o coşku dolu 23 Nisan’larını anınca bugünü yine çocuklara ayırdım. Onları anlatacak, onların dünyasında gezineceğim. Ve bugünkü yazımı genelde çocuklara özelde çocukluğuma armağan sayacağım. Sırayla gidersek günümüzün en büyük sorunu olan savaşlarda çocukların ilk öğrendiği şey ölümden saklanmak oluyormuş. Şimdi savaş olan topraklarda yaşayan çocukların hayatlarına ve hayallerine dokunalım.
 “Cerrah olup hastaları iyileştireceğim. Okuldan çıkıp eve gittiğimde hiçbir şey yapmak istemiyorum. Ne müzik dinlemek, ne kimseyle konuşmak, tek başıma kalmak ülkemi düşünmek ve Şam’a dönmek istiyorum.” 10 yaşındaki Suriyeli çocuk diyor bunları…
“Annemi, babamı, kardeşlerimi, ailemden pek çok kişiyi yitirdim bu anlamsız savaşta. Dayımlarla birlikte Türkiye’ye sığındık. Gece gündüz kardeşlerimi, annemi, babamı düşünüyorum. Halep bize niye dar geldi diyerek ve niye ölmediğimi sık sık sorgulayarak.” 15 yaşındaki Suriyeli genç söylüyor bunları…
Şimdi bu yazı memleketimizin ve dünyanın sızılarını sızdırmayıp ne yapsın? Dönelim bize;
Bizim ülkemizin nüfusu içinde çocuk oranı yüzde 28.7. Resmi kayıtlara göre 23 milyona yakın çocuk var ülkemizde. Bunların 6 milyonu yoksulluk içinde büyüyor. 8 milyonu çalışıyor. 4 milyonu okulsuz. Her yıl okulu terk eden çocuk sayısı 190 bin civarında. Erkekler tarım işçisi oluyor, kızlar sofradan bir tabak eksilsin diye erken evlendiriliyor.
OECD raporuna göre, 28 OECD ülkesi içinde yapılan “öğrenci refahı ve yaşam memnuniyeti” sıralamasında sonuncu olduk. Mutsuzluk ve karamsarlık sıralamasında birinciyiz. Biraz daha açarsak! Her 4 çocuktan 1’i yoksulluk içinde büyüyor. Son 10 yılda 500 bin kız çocuğu evlendirildi. Çocuk istismarı davaları yüzde 700 arttı. 550 çocuk annesiyle birlikte hapiste yaşıyor. Oyuncaksız, havasız, güneşsiz, doktor kontrolsüz, vitaminsiz bir ortamda büyüyor!
Ve söz artık Gazi Mustafa Kemal’indir!  Hayatı savaş meydanlarında geçen, yatağından çok siperde yatan, 57 yıllık yaşamına 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap ve koskoca bir VATAN sığdıran BÜYÜK ATATÜRK çocuklara şöyle sesleniyor;
“Küçük Hanımlar, Küçük Beyler! Hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, ışığısınız. Yurdu asıl aydınlığa boğacak olan sizlersiniz. Kendinizin ne kadar önemli ve değerli olduğunu düşünerek, ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz”
Tam da burada küçük bir çocuğun dilinden dinlemek için Florya’ya gitme zamanıdır… 
Gazi Florya köşkünde kalmaktadır. Köşkün yanına Türkiye’de görevli bir büyükelçi ve ailesi küçük kızlarının sağlık sorunu nedeniyle yerleşir. Elçinin 4-5 yaşında bir kızı vardır. Bir gün Gazi arkadaşlarıyla yoldan geçerken küçük kız onlara çamurdan yaptığı kurabiyelerinden ikram eder. Paşa yer gibi yapar ellerinize sağlık deyip küçük kıza teşekkür eder. 
Ertesi günü erkenden köşkün kapısı çalınır. Gelen kucağında oyuncak bebeğiyle küçük komşu kızdır. Bebeği hastadır(!) ve Gazi’den yardım istemeğe gelmiştir. Gazi kızı dinler, doktorlarına işaret eder, “Küçük hanım! Siz buraya kadar zahmet etmişsiniz, siz isteseydiniz ben doktorlarımı gönderirdim” der ve Gazi’nin talimatıyla doktorlar oyuncak bebeği muayene edip, gerekli ilgiyi gösterirler. Oyuncak bebek iyileşir ve kız evine gider…
Aradan yıllar geçer, küçük kız büyür ve bir gün radyodan Atatürk’ün ölümünü duyar. Gerisini ondan dinleyelim; “Ölümün ne olduğunu bilecek yaşta değildim. Ama çamurdan yaptığım kurabiyelerimi yiyen, bebeğimi iyileştiren bir dostu, bir oyun arkadaşımı kaybetmiştim.”
İç ve dış siyasetin hülyalarla, rüyalarla, saplantılarla, içi boş laflarla, süslü cümlelerle yapıldığı günümüzde, kin, nefret, düşmanlık tohumlarının yoğun ekildiği ülkemizde!
Gel de bunları yazma! Gel de paylaşma! Gel de yazarken ağlama! Gel de o büyük insanı daha da artan özlemle anma- arama.
Işıklar içinde yat Büyük Atatürk! Dilimde, beynimde, canevimde yerin çok büyük…