KALBİM HER KANADIĞINDA ONUNLA PANSUMAN ETTİM

O şimdi Uçmak’ta...

Uzun saplı bağlaması sağ dizinin üstünde...

Önünde Kevser Şarabı...

Bir yudum aldıktan sonra vuruyor tezeneyi, sazın göğsüne...

“Al hançeri sinem işte

Acımazsan vur sevdiğim!”

Güllerin kokusu hurilerin saçları arasından yayılıyor yeşillikler, mavilikler içine...

Sonra hava değişiyor.

“Biter Kırşehir’in gülleri biter!” diye öyle bir havalanıyor ki Cennet’in yedi katı da suspus oluyor. Peşinden, delikanlılarla genç kızlar ayağa kalkıp bir çember oluşturuyorlar. Döne döne oynuyorlar...

Dün, babasının ardında düğünlerin garib çocuğu olan Neşet Ertaş şimdi manevi âlemin türkü efendisi oluyor.

Altı yıl önce uğurladığımız Neşet Ertaş’ı böyle hayal ediyorum.

DELİCİ AŞKLARA MERHEMDİ

Neşet Ertaş, benim ilk gençlik yıllarımdaki en deli aşklarımın haykırışı gibiydi. “Dane dane benleri var yüzünde!” derken sanki sevdiğim kızı anlatırdı. Kalbim paramparça kanarken onun türküsünü duyarsam kendime gelirdim. Kulağım radyoda onun sesini arardı. Sanki yaraya tuz basmak dedikleri buydu.

Bozlakları bile sağaltıcıydı. Bu yüzden 20 yıl kadar önce onu anlatan yazımda Neşet baba için “Son Şaman” demiştim.

Evet, o, İslam öncesindeki atalarımızın “baksı, kam, oyun/ ozan” dediği ruh hekimlerinin 21. Yüzyıl’a ulaşmış son büyük örneği idi. Bugün bile canım sıkılınca hemen onun bir türküsünü dinlerim ve kendime gelirim.

ABDALAN-ı RUM’un BÜYÜK OĞLU

Neşet Ertaş’ın kim olduğunu merak edenler, basit bilgilere internetten ulaşabilirler. Daha ötesini öğrenmek isteyenlere, müzisyenlerimizden Erol Parlak’ın ve Bayram Bilge Tokel’in kitaplarını öneririm.

O, Anadolu’yu Türkleştiren Abdalan-ı Rum bölüğünün yaşayan son örneklerindendi.

Âşıkpaşazade Tarihi’nde 13. Yüzyıl Anadolu’sunda Türk toplumu Ahiyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum, Bacıyan-ı Rum, Abdalan-ı Rum olmak üzere dört bölükte anlatılır. (Rum, o dönemde Anadolu’ya verilen addır.)

Bunlardan Anadolu Abdalları denilen kesim, belli babaların yönetiminde göçebe yaşayan bir kesimi oluşturmuştur. Abdal, özünde hak yolunda kendinden geçmiş demektir. Abdal kesimi o dönemlerde çok etkili ve yaygındır. Başta Abdal Musa olmak üzere Türk milletinin kimliğini yaşatan ulular bunların başındadır. Kırşehir, Yozgat, Ankara coğrafyasındaki günümüzün abdallarının, bütün babaların pîr saydıkları Hacı Bektaş-ı Veli’ye bağlılıkları da buradan gelir.

Hayvancılık başta olmak üzere el ürünü birçok meslekte yer alan abdallar elbette ki müzikle de yoğun biçimde uğraşmışlardır. Düğünlerde bunlar zurna ve davul başta olmak üzere bütün çalgıları çalarlardı. Neşet Ertaş ve babası Muharrem Usta da işte o bin yıllık geleneği sürdüren büyük icracılardı.

Bugün abdal diye anılmalarının sebebi de buydu ve onlara abdallar denilmesi de doğrudur.

Neşet Ertaş daha küçük bir çocuk iken babasının peşinde düğünlere gitmiş, oralarda keman çalarak insanları eğlendirmişlerdir.

Göçebelerin yoksulluğu da onları buna zorlamıştır. Ama abdallar bu hayattan hep mutlu olmuşlardır.

Özetle, Neşet Ertaş, kökü binlerce yıl eskiye giden Türk ozanlığının (baksıcılık, kamcılık) günümüzde yaşayan örneği idi. Kendisiyle 2001 yılında Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konseri sırasında kısa bir anlığına da olsa tanışabildiğim için mutluyum.

ŞIKIR ŞIKIR BİR MÜZİK

Onda derin bir keder var gibidir ama o keder sağaltacıdır. Ve hep neşelidir. Bozlakların sonuna mutlaka bir oyun havası eklemesi bundandır. Zaten düğün-dernek geleneğinden geldiği için en hüzünlü parçalarında bile o hareket gömülüdür.

O aynı zamanda büyük bir aşk ozanıdır. Leyla kavramını ele alıp kendisini ona âşık bir Garib gibi anlatması, o Hak Âşığı geleneği içinden geldiğinin göstermekten başka bir şey değildir.

Garib mahlasını kullanan büyük ozanımızın son zamanlarda bestelediği eserlerinde bir rindane dinginlik görülür. Bunu, ondaki pencerelerden birisi saymak gerekir.

BAĞLAMASI AYRI BİR DÜNYA İDİ

Neşet Ertaş, TRT’ye çok zor girdi. Çünkü müzik dairesi çok kuralcı idi. Bağlamacı müdür Nida Tüfekçi ona az çektirmedi. Çünkü Neşat Ertaş uzun saplı bağlamasıyla ayrı biçimde çalıyordu. O tek bir sazla bir orkestra havası yaratabiliyordu. Var olan kuralları alt üst ediyordu.

Okurlarıma, “O kız mektepten gelirdi” adlı türküsünü dinlemelerini öneriyorum. Burada o, türkü formunu bile paramparça ediyor; sanki küçük bir senfoni bestelemiş. Bu yüzden bu hareketli türküyü halen kimse çalamıyor ve okuyamıyor.

Bugün TRT Müzik’te uzun saplı bağlama çalınmaması ne büyük bir eksiklik... Elbette ki Neşet Ertaş’ın türkülerini okuyan çıkmayacak...

Kendisini Hak ve halk âşığı olarak gören Neşat Baba’nın eserleriyle yaşatılması, bu milletin en büyük görevlerinden birisidir. Umarım Kültür Bakanlığı bu işte sorumluluğu olduğunu artık hatırlar.

Not: Salı gecesi TRT Müzik kanalında Yavuz Bingöl’ün bulunduğu Neşet Ertaş’ı anma programının yarıda bırakılması ayrı bir rezaletti.

https://twitter.com/r_zelyut