KİMİ ZEVKLE DİNLER, NEYİ MERAKLA OKURSUNUZ?

Ne zamandır yapmak isteyip yapamadığım, anlatmak isteyip ötelediğim, yazmak isteyip ertelediğim, derslerimde sormak isteyip soramadığım konuların başında geliyordu bugünkü yazı başlığım. Ders verdiğim yazarlık ve tiyatro bölümünde, eğitim verdiğim kurumlarda bu hafta nihayet; “Kimi zevkle dinlersiniz, hangi konular ilginizi çeker, hiç bitmesin dediğiniz kitap ya da konu nedir?” deyip içimde kalan soruyu sordum ve rahatladım nihayet!

Ancak zamane gençleri cin(!) oldukları için, bana ‘önce siz ipuçları verin ki, nereden başlayıp, neye dokunacağımızın çerçevesini çizelim’ dediler. Eee bazen emir demiri kesiyor doğrusu! Ben onlara şunları dedim, onlar bana bunları dedi. Şimdi özetleyerek paylaşma ve hayal kurma zamanı…

Dedim ki; Konuşmacı güler yüzlü olmalı, alçakgönüllü olmalı, sevgi dolu gözleriyle insanı sarıp sarmalamalı, içten olmalı, anlattıklarını dünden bugüne ve yarınlara doğru sıralarken abartmadan, yüreklere dokunarak ve gerçeği fonda tutarak aktarmalı.

Dediler ki; Zaman buldukça televizyonlardaki tartışma programlarını izliyoruz. Hep aynı kişilerin, hep aynı konuları, hep aynı örneklerle anlatmalarından sıkılıyoruz. Keşke daha farklı kişiler çağrılsa, onlara sorular sorulsa, karşılıklı iki grubun tek düze savunmaları yerine farklı konular gündeme gelse daha merakla izleriz.

Dedim ki; Bilgi birikimi uzlaştırma ve buluşturma amaçlı kullanılmalı. Parmak sallayarak, birilerine göz kırparak, mesaj vermek için değil. Ömrü ve zamanı ekranlardan geçenlerin bu tempoyla dağarcığı boşalır, ne yeni şeyler öğrenmeye vakti kalır, ne dünyada olup bitenleri izlemeye mecali! Dolayısıyla onları karşılarında görenler de “yine mi o?” deyip ekranı karartır!

Dediler ki; Biz zaten öyle yapıyoruz. Ya elimizdeki akıllı telefonlara kitleniyor veya çok az olan müzik kanallarını açıyor ya da arkadaşlarımızla sosyal medyaya dalıyoruz.

Dedim ki; Yazarken veya konuşurken doğallıktan vazgeçmemeli, ısrarla bile isteye kendi yaşamınızdan örneklere yer vermeli. Mutlaka inandırıcı olmalı, yer yer kendinizle dalga geçebilmeli, karşınızdakine, “evet ben de yapabilirim dedirtmeli” dinleyene, okuyucuya, zamana değer vermeli, içi boş abartılı, inandırıcılıktan uzak örneklerden kaçınmalı. Önemli ve öncelikli konuların altını dikkat dağılmadan, insanların sabrı tükenmeden, zamanlamayı gözeterek çizmeli.

Dediler ki; Özellikle konuşmacının giysi seçimi de özenli olmalı. Bu anlattıklarınızın ışığı altında haftaya sunumlarımıza başlayacağız.

Dedim ki; Konunun başını sonunu toparlarsak özetle derim ki; konuşma sırasında dozunda yapılan espri, yerine göre gönderme, mizahi bir üslup, bazen de taşı gediğine koymak hem havayı yumuşatır, hem tansiyonu düşürür, hem de dinleyenleri sıkmaz. Özellikle de şiddet dilinin hâkim olduğu politik ortamlarda; dert yüzü görmemiş sesleri ve yüzleriyle, soğuk, ilgisiz, kararlı hoyrat bakışlarıyla, hırpalamaya hazır, örselemeye yönelik çıkışlarıyla, sevgiden yoksun, saygıyı rafa kaldırmış ses tonlarıyla konuşma ortamı ve insanları daha çok gerer.

Dediler ki; Bu saydıklarınız keşke daha çok siyasette kullanılsa! Bizim ülkemizin buna çok ihtiyacı var. Oysa bizi yönetenler, mutluluk ve coşkularını aileleriyle, hınç ve öfkelerini toplumla paylaşıyor. Hırpalamaya, örselemeye hazır olanlar, sevgi ve saygı dilini unutanlar, sınırları zorlayan ses tonuyla durmadan bağıranlar, unutmasınlar ki acımasızca atılan köprüler, bazen sıcak bir sözle onarılır.

Hafta doldu. Derse girdim inanılmaz bir sunumla Tiyatro Denemeden İlayda Ulcaylı genelde ABD Tiyatrosu, özelde Brodway’de sergilenen oyunları görselleri de kullanarak anlattı. Yazarlık sınıfından Selin Tektaş, yorumları ve sorularıyla “işte budur” dedirtti. Böylece ben amacıma ulaştım, onlar yüksek notlarla sınıf geçmeyi garantiledi…

Y. N: Türk Tiyatrosu ve Yazın Dünyası! Zımba gibi gelen genç yazarları ve oyuncuları alkışlama sırası sende. Hazır mısın?