KÜÇÜK BİR PARANTEZ…

Başlığa bakıp parantezin de küçüğü mü olurmuş demeyin sakın! Neden olmasın? Efendim küçük parantezden muradım şu ki; yetenekli miyim bilmem ama çalışkanlığıma ve kılı kırk yarma ve gündemi yakalama özelliğime(!) laf söyletmem. (yayın yönetmenlerime sorabilirsiniz) Müzmin uykusuz biri olarak gece gündüz okur, öğrenmeye çalışır, yazar, çizer, araştırır, konuşur, çağırıldığım her yere koştur koştur giderim…

Sonunda ne mi olur? Pek bişey olmaz- olunmuyor- olmadım da zaten.

Bazen adım başı tarih kokan yerlere gidilir, her köşe başında sanat yapılan ve yasaklanmayan memleketlere özenilir, meydanlarıyla dikkat çeken ülkelerde derin ahlar çekilir, notlar alınır, izlenimler yazılır.  O kadar…

Bazen gidilen yerlerde dostlarla karşılaşılır, baş başa sıcak, içten, keyifli, özlem kokan sohbetler gerçekleştirilir, eski günler hatırlanır, anılar yeniden canlanır, unutulanlar anımsanır, dönülür ve kâğıda dökülür. Hepsi bu…

Ben bunları neden yazarım? Ders verdiğim okulun Yazarlık Sınıfındaki öğrencilerimden biri “dönem ödevi” olarak benim yaşam öykümü ve kitaplarımı seçmiş. Bunu duyunca hem sevindim, hem utandım! Röportaj önerisine de evet demek zorunda kaldım. Sorduğu sorulara verdiğim yanıtlardan da ortaya karışık, (öğrencime göre şık!) bir şeyler çıktı. Ona göre başarılı imişim, bana göre değil. Hepsi bu yani…

Ödevi hazırlayan öğrencime özetle dedim ki;

Sorularını bilmiyorum, ne soracağın hakkında da en ufak bir bilgim yok! Ancak soracağın her soruda gözümde canlanan, söze yansıtamasam da, sözden öte olsa da içimden geçenler var, demek istediklerim var! Sen sormasan da çocukluk, gençlik, annelik gibi dönemlere ait söyleyeceklerim var. Bugünlerde sık sık mutlu çocukluğum ve umut dolu gençlik yıllarım gözümde canlandığı için o döneme ait anlatacaklarım var. Tıpkı başta öğrencilerim olmak üzere çevremdeki gençlerin umut ve hayallerinin gerçekleşeceği günlere duyduğum derin özlem var…

Örnek istersen şunları verebilirim! Sizin kuşağın pek bilmediği, bizim kuşağın yakından tanıdığı işkollarında yıllarını harcayanların emek destanı var. Örneğin yıllardan beri elbise diken, iğne ile kuyu kazarak, çeşit çeşit renk renk iplikleri o iğnelerin küçücük deliğinden geçirerek, ilmek ilmek dokuyan, kumaşları yıllarca giyilebilecek giysilere dönüştürenlerin ortaya koyduğu şık giysiler var. Yine ayakkabı onaran, elektrik, su tesisatı tamiri yapan ustaların verdiği yılların emeğinin, yılların alın terinin onlara hanlar- hamamlar sağlamadığı gerçeği var…

Ve yine yaşamı beklemekle sınırlı annelerin, yıllar sonra yapayalnız kaldıkları toplumsal bir  vefa sorunumuz, huzur evlerinde evlatlarının aramadığı anne ve babaların hiç de azımsanmayacak sayıda olduğunun yetkililer tarafından açıklanması gibi insanın içini acıtan gerçekler var…

Söz kadından, hele de anneden açılmışken de benim anlatacaklarım ve paylaşacaklarım var!

Şöyle ki; Anne denilince akla önce ömür boyu bekleyen bir varlık gelir. Bu bekleyişin doğumdan başlayan uzun ve yaşamın her anına ve her alanına yansıyan uzun bir bekleyiş olduğu gerçeği gelir.  Uyudu, acıktı, susadı, terledi, ateşlendi, dişi çıktı, emekledi, yürüdü, kreşe başladı, okula başladı, okumayı söktü, spora başladı, askere gitti, askerden döndü, evlenme yaşı geldi, düğün günü yaklaştı, çocuğu oldu, torun geldi, gelin gelmedi derken günlerin ve yılların beklemekle geçtiği gelir…

Tıpkı evlatları için, evlatları adına ancak bir anne tarafından düşünülen, akıl edilen, halledilen, çözüm aranan şeylerin listesinin saymakla- yazmakla bitmemesi gelir. Örneğin; “Kahvaltı yaptın mı? Aç kalma sakın! Hava raporunu dinledim yanına kalın bir şeyler almayı unutma! İlacını gözünün önüne koy! Su iç, eve geç kalma!” sorularının her gün artan çeşitliliği gelir…

Tıpkı çocukların; fırsat bulur da gelir mi diye, zamanı olur da arar mı diye bir ömür beklenmesi gelir. Yaşamın camlara dönük yaşanması, telefondan göz alınmaması, gözlerin geleceği, görüneceği yola dikilmesi,  gözlerin pencere camına, kulakların kapı ziline, yüreklerin telefon sesine kitlenmesi gelir…

Tıpkı gelişlerinde ne kadar uzun otururlarsa otursunlar gidişlerinde “aaa ne çabuk gidiyorsun, daha yeni gelmiştin” gibi hayret ve üzüntü karışımı sesler çıkararak uğurlamak gibi onlara garip bize doğal gelen anlar gelir…

Sonra da; Gün gelir vade dolar, bekleyiş biter, perde iner! Geride hep kucaklayan ama çok az kucaklanan annelerden birkaç anı kalır…

Not: Göçüp giden annelerin aziz anısına saygıyla…