O İNCE ÇİZGİDE OLMAK…

Çok kez ölümle yaşam arasında gidip gelmiştir insanoğlu, ya kaza sonucu ya da hastalıkla…

Herkes gibi ben birçok kez gittim ve geldim bu iki çizgi arasında…

Mesela yıllar önce daha çocuk yaşlardaydım ailecek trafik kazası geçirmiştik ve araç nerdeyse pert olmuştu. Üç, dört takla atmıştık ve ufak tefek sıyrıklarla atlatmıştık korkunç kazayı.

Daha sonra Sabah Gazetesi’nde çalıştığım yıllarda zatürree geçirmiştim,  hiç unutmam bir kez daha gidip gelmiştim o ince çizgide.

Sonra yıllar geçti ve mesleğimle ilgili tehlikeler atlattım, çok ölümler, çok çatışmalar gördüm. Yaralandığım da oldu elbet ama hep şanslı taraf oldum ve pas geçtim…

Ancak geçtiğimiz hafta öyle bir şey yaşadım ki, gerçekten çaresizliği ve acizliği yaşadım. Güzel bir iftar yemeği için ailecek gittiğim piknikte aniden rahatsızlandım. Kardeşime söylediğim tek şey “beni acilen bir tuvalete yetiştir” demek oldu. Sonra koskoca sahil boyunda, üstelikte halkın yoğun olduğu saatlerde tuvaletler maalesef kapalıydı, efendim mesaileri bitmiş…

Çılgın gibi tuvalet ararken fenalaştım ve her yanım berbat oldu. Çektiğim sancı ise cabası… Bu işkence eve kadar sürdü. Soğuk terleme, halsizlik ve aşırı derecede ishal beni bir saat içinde yıkmıştı. Yürümeye mecalim kalmamıştı. Sonrası daha kötü…

Sabaha karşı sancı daha da hiddetlendi ve ölüyorum sandım. Sabahı zor ettim.  Acı dayanılmaz olunca kardeşim beni Fatih Sultan Mehmet Hastanesi Acil Servisine götürdü. Sabaha kadar testler, tahliller sürdü ve sonucunda beni Enfeksiyon Servisi’ne Amipli dizanteri teşhisiyle yatırdılar.  Hayatımda ilk kez böyle bir hastalıkla karşılaşmıştım. Ne beter bir hastalık anlatamam. 

Amip denen tek hücreli canlılar yiyecek ve içeceklerle bulaşıyormuş. Kuluçka süresi 4-5 günle 1-4 ay arasında olabiliyormuş. Hastalık iştah azlığı, kilo kaybı, kusma ve kanlı ishal ile seyrediyor. 

Kısacası benim de başıma bu geldi. Hastanede hemen teşhis kondu ve derhal tedavi başladı. Fatih Sultan Mehmet Hastanesi Enfeksiyon Servisi’ne yatışım yapıldı.

Korka korka yattığım hastanede bana ilk müdahaleyi yapan Dr. Deniz Dazkır oldu. Öyle güler yüzlü, öyle sempatik ve öyle şefkatle karşıladı ki, korkum biraz olsun hafifledi. Hemen tedaviye başladılar.

Sabah da vizite gelen yattığım servisin klinik şefi Prof. Dr. Canan Ağalar ile tanıştım. O da çok özel bir doktor. Güler yüzü, anaç ifadesi ve bilgisiyle insana ayrı bir güven veriyor.

Canan Hanım ile Deniz Beyin yerinde ve doğru teşhisle 2 günde kendime geldim. Servis hemşirelerini de unutmamak lazım, onlarda güler yüzleriyle çabucak ayağa kalkmama yardımcı oldular. Kısacası gerçekten özel hastane konforunda tedavim oldu.

Bunun için doktorlarıma ve hastane personeline sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Şimdi size bunu niye anlattım hemen söyleyeyim…

Birincisi; malum havalar çok sıcak, kesinlikle yediklerinize ve içtiğiniz suya çok dikkat edin. Özellikle sebze ve meyveleri çok iyi yıkamanız gerekiyor. Bu hastalığa neden olan tek hücreli canlılarla ancak bu şekilde mücadele edebilirsiniz. Ayrıca ellerinizi çok iyi ve sık sık yıkamanız gerekiyor.

İkincisi de; devlet hastanelerindeki hantal yapı insanın biraz canını sıkıyor. Ancak içini oluşturan ekip gerçekten çok özverili çalışıyor. Doktorlar, hemşireler, sağlık personeli, sekreterler, güvenlik görevlileri, bunların hepsi gerçekten saygıyı hak ediyor. O kadar yoğunlukta, yorucu tempo ile çalışan bu dev yürekli insanlar nasıl bizlerin sağlığı ile canla başla çabalıyorsa bizlerde onlar için hak ettikleri değeri verebilmeliyiz.

Evet, hastanelere keyif için gidilmiyor, acımız oluyor, kaybımız oluyor. Acının verdi hırsla doktor ve hemşirelere saldırmamak gerekiyor.

Kısacası gidip gelinen o çizgide insana değer vermek gerekiyor.

Çünkü bu dünyadan göçerken yanımızda götüreceğimiz tek sermaye iyiliklerimiz ve hoşgörümüz… Bunu unutmamak gerekiyor.

Sağlıkla kalın…
  

https://twitter.com/huzunyucel
https://www.facebook.com/huzun.yucel