Ceyda Kınay ve 'HÜZÜN FENERİ'
Değerli Okurlarım,
Sevgili Dostum ve aynı zamanda sitemizin Köşe Yazarı da olan Ceyda Kınay ile GOA Yayınları'ndan çıkmış olan Hüzün Feneri isimli yeni romanı üzerine hoşça sohbet ettik.
Sevgili Ceyda ve ailesi ile dostluğumuz çok uzun yıllara dayanır. İstanbul da yaşayan pek çok insan, geçmişi, çok uzun yıllara dayanan temizliği, kalitesi, mezeleri ve lezzetiyle nam salmış olan Süheyla Lokantasını ve rahmetli sahibesi ‘Süheyla’yı, ‘Süheylamız’ı tanır ve bilir.
Fakat ne yazık ki bundan beş yıl kadar önce Süheyla’yı kaybettik ve bu güzel anılarla dolu olan lokanta bundan bir süre önce de kapandı. Anneciğinin kaybı ve lokantanın da kapanmasıyla Ceyda’nın hayatında yepyeni bir sayfa açıldı.
Ceyda, Süheyla’nın ardından sevgili annesinin anısına ve lokantanın mezelerini anlatan bir kitap çıkardı. Böylelikle yazarlığa da ilk adımını atmış oldu. Sonrasında ise kalemini elinden düşürmedi. Hüznü, coşkusu ve sevinçleri kalemiyle satırlarda hayat buldu. Ceyda ile karşılıklı kahvelerimizi yudumlarken yeni çıkan kitabını ve yazmaya nasıl başladığını konuştuk. Umarım sizler de bu keyifli sohbete misafir olursunuz…
Gülgûn Feyman Budak: Sevgili Ceyda yazarlığa nasıl başladın? Önce biraz bundan bahsedelim.
Ceyda Kınay: İşin aslı hayatımda bir mektup dahi yazmış insan değildim. Senin de bildiğin gibi 2010 yılında çok sevgili annemi kaybettim, annemin hayatımdaki yeri çok başkaydı. Hayatım, can yoldaşım canım annemi kaybedince onun anısına ilk kitabım olan “Süheyla’nın Mezeleri”ni çıkardım ve daha sonrasında kendimi ikinci kitabım olan “Hüzün Feneri”ni yazarken buldum.
GFB: Hüzün Feneri’ni yazarken ilham kaynağın ne oldu? Bu bir dönem kitabı, dönem yazmak zordur.
CK: Hüzün Feneri gerçek hayattan esinlenerek oluştu. Fakat gerek kurgu, mekân, gerekse karakterler tamamıyla değiştirilerek bu kitap ortaya çıktı. Yaklaşık dokuz ay kadar kitabın ön araştırmasını yaptıktan, döneme ait birçok yazı okuduktan sonra oturup yazmaya başladım.
GFB: Yazarken nasıl bir ortamda olmayı tercih ediyorsun. Kimi yazar sahilde yürür ilham alır kimi müzik dinleyerek yazar. Sen nasıl yazmaktan hoşlanıyorsun?
CK: Ben daha çok gecenin sessizliğinde kendimi daha dingin hissediyorum. Gecenin sessiz huzuru içinde yazmaktan keyif alıyorum. Yazım süresinde önümde dosya kâğıtlarım elimde kalemim, sehpanın üzerinde duran kahvem ile yazmaya başlıyorum okumasını yaptıktan sonra yazdıklarımı bilgisayara geçiriyorum. Sonrasında ise güvendiğim birkaç dostuma okutup fikirlerini alıyorum.
GFB: Kitabın çıkma aşamasında neler yaşandı, yayıncı bulmakta zorlandın mı?
CK: İlk kitabımı çıkardığım yayınevi ile görüştüm önce fakat onlar daha çok çeviri kitaplar yayınlıyorlar. Görüşmemiz olumsuz geçti. Daha sonra Doğan yayınlarına gönderdim, yaklaşık beş ay kadar bekledikten sonra olumsuz karşılık aldım ve nihayet GOA Yayınlarından kitabım çıktı.
GFB: Yayınevleri konusunda ne düşünüyorsun, yeni yazarlara şans verildiğini düşünüyor musun?
CK: Büyük yayınevlerine ulaşmanın çok ama çok zor olduğunu düşünüyorum. Genellikle satışı garanti olan büyük yazarlarla çalışmayı tercih ediyorlar. Dolayısıyla yeni yazarların şansı oldukça azalıyor ve önü kesiliyor. Yeni yazarlar ancak para karşılığında kitaplarını bastırabiliyorlar. Belki de nice değerli eser yayınevlerinin politikaları yüzünden göz ardı edilip ne yazık ki değer görmüyor.
GFB: Son olarak okurlarına ne söylemek istersin?
CK: Evet, kitabın çıkışı henüz çok yeni, kitap henüz okurlarla buluşuyor. Kitabı okurlarımın yorulmadan okuyabilecekleri akıcı bir dille yazdığımı düşünüyorum ve hiç sıkılmadan okuyacaklarını ümit ediyorum. Bazı geri dönüşler almaya başladım ve beğenilerek okunduğunu gördüm. Umarım tüm okurlar aynı duygu ve düşünceleri paylaşırlar.
GFB: Bu güzel Pazar sohbeti için sana çok teşekkür ederim, umarım kitabın birçok okura ulaşır. Ben okurların Hüzün Fenerini çok beğeneceğini biliyorum. Sana bol şans diliyorum.
CK: Asıl ben bu güzel ve keyifli sohbet için sana çok teşekkür ederim. Tüm okurlara ise güzel bir hafta sonu dilerim.
Evet değerli dostlarım, şimdi sıra Ceyda Kınay’ın Hüzün Feneri isimli romanı elimize alıp kahvemizle birlikte satırların arasına süzülmekte... Röportaja son vermeden kitap hakkında küçük bir tanıtım, bir arka sayfa açıklaması da ben eklemek isterim...
Hoşça kalın…
........
HÜZÜN FENERİ
1940-1950'li Yıllarda Geçen Muhteşem Bir Dönem Romanı
Hafta sonuna kadar geçen süre, Nazım için çok zor olmuştu. Ama nihayet beklediği gün gelmiş, sabah erkenden yola koyulmuştu. Şimdi ise aradan kaç saat geçtiğini bilmez bir halde; kendini yine Kız Kulesi'nin terkedilmişliğini, yalnızlığını seyrederken buldu. Yeniden göz göze gelmişler aralarında sessiz bir muhabbet tutturmuşlardı.
Kız Kulesi, güzelliği kadar gizemleri ile de ünlüydü. Denizin orta yerinde, öylece bir başına duruyordu. Onun da anlatacağı çok şey olduğu muhakkaktı.
Ovidius'un yazdığı satırlar da bunlardan birine aitti. Nazım da kendini Ovidius'un satırlarında geçen, karanlık denizde kaybolmuş olan Leandros'a benzetti.
Afrodit'in tapınağında rahibe olarak çalışan Hero için aşk yasaktı. Tapınakta her yılın ilkbaharında aşkı kutsamak için törenler yapılırdı. Bir gece Hero ile Leandros törenlerde karşılaşmışlar ve birbirlerine aşık olmuşlardı.
Leandros her gece kuleye yüzerek gidiyor ve Hero'yu görüyordu. Fırtınanın çıktığı bir gece, Leandros kuleye doğru yüzerken kıskanç bir rahip kulenin ışıklarını söndürmüş; Leandros karanlıkta yolunu kaybetmiş, boğazın soğuk sularına gömülmüştü.
Kulenin asıl görevi, ışıklarıyla geçen gemilere yol göstermesi idi. İşte Nazım da kendini bu nedenle Leandros'a benzetiyordu. Nazım, Leyla'ya ne kadar yakın olmaya çabalasa da, sanki bir el tarafından Boğaz'ın derin sularına kendini çekilmiş hissediyordu...!
........