SORUN GÖRÜNENDEN ÇOK DAHA KAPSAMLI ve KARMAŞIK…

En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim! Bugün yan yollara sapmadan, mırın kırın etmeden, ipe un sermeden, akademik ve mesafeli değil, net ve açık bir şekilde sayıların diliyle yazma günüm. Bugün o gün yani…

Siyasal kutuplaşmanın, kurumsal aşınmanın, ben bilirimci tavrın, benden sorulur egosunun, bizden ve onlardan şeklindeki itici ve öteleyici dilin nelere kadir olduğunu yaşayarak görüyoruz.

CB açıklama yapıyor; “Bizden önce 76 olan üniversite sayısını 207’ye çıkardık. Almanya’da 3 milyon, bizde 8 milyon üniversite öğrencisi var. Türkiye geçen 17 yılda her alanda en büyük yatırımlara, en büyük eserlere, en büyük hizmetlere kavuşmuştur. Ancak iki konuda nispeten hedeflerimizin gerisinde kaldık. Biri insan yetiştirme olan eğitim, diğeri insanı zenginleştirme olan kültür- sanattır.”

Yetkililer açıklama yapıyor; Ülkemizde 17 yılda 50 bin 378 kişi intihar etmiş. Yani ortalama günde 8 kişi yaşamını kendi eliyle sonlandırmış. Nedenleri pek çok, ama başı ekonomik sıkıntı ve işsizlik çekiyor. Bu sayılar, sorunun ne kadar büyük, ne kadar çok yönlü, koşulların ne kadar zorlayıcı olduğunu ortaya koysa da sıralanan nedenlerin yanına şunları da koymak gerekiyor! Ekonomik dar boğaz, fırsat eşitsizliği, ayrıştırıcı politikalar, yargıdaki yanlılık kişiyi hem arayışa itiyor, hem sığınacak yerler aratıyor, hem de silah ve uyuşturucu pazarına daha kolay ulaştırıyor.

Tam gününde, tam zamanında, tam zemininde çıkışlar yapmayı alışkanlık haline getirenler, başka bir ülkede olsa yeri yerinden oynatacak bu durum karşısında ne düşünüyorlar bilmiyoruz. Yine anlı şanlı yöneticilerimizin ne gibi önlemler aldığına, ne gibi çözüm yolları aradığına dair elimizde veri de yok. DİB devreye girer mi? Kitapçıklar dağıtarak işin manevi yanına dikkat çekilir mi? Mutlaka ve kesinlikle! Tam da burada patenti bu satırların yazarına ait bir tanıma başvurursam; Karın doymayınca huzur olmuyor, olmayan huzur akla başka şeyler sokuyor, arayışa itiyor derim!

Gelelim konunun en yakıcı noktasına!

İşinden atılan baba, duvara asılı diplomasına bakıp duran evlat, işi olmadığı halde devletin kedisinden istediği kredi borcunu nasıl öderim diye kara kara düşünen genç, mutfağın yolunu unutan anne, yatağa aç giren çocuklar! İlacını alamayan aile büyükleri, kuşku ve korkunun kök saldığı evler, uzaklaşılan hayaller, yeni arayışlar, umutsuzca girilen ve uzayıp giden iş kuyrukları…

Durumdan vazife çıkaran ve boşlukları doldurmak adına pıtrak gibi ve sırtları her daim sıvazlandığı için durmadan çoğalan dernekler, vakıflar, kurslar, merdiven altı bilgilendirme ve eğitim toplantılarıyla beyinleri yıkanan gençler, korkutulan çocuklar,  kollanan kişi ve kurumlar…

Aydınlanma devrimiyle başlayan laik eğitimden ve çağdaşlaşma adımlarından uzaklaşılarak kindar ve dindar nesil yetiştirme çabalarının ortaya koyduğu sonuçlar…

Arafta kalan, yolunu şaşıran, bireysel olarak kendi hayatında değişiklik yapmak isterken bunalıma giren ve yaşamını noktalayan gençler…

İçimize su serpmese de yönetimin nöbetçi sözcüsü olarak durmadan konuşanlar, hükümeti adına, kendi adına hiç susmadan açıklama yapanlar, ülkeyi yönetenlerin pür dikkat konuların takipçisi olduğunun altını sık sık çizenler, yerel yönetimlerden rol çalarak onlar yok biz varız demeler…

İç kamuoyuna yönelik söylemler, dış kamuoyuna yönelik savrulan tehditler, ekonomide ki dalgalanmaları görmezden gelmeler, elde edilen kazancı özele, zararı devlete ve halkın omuzuna yüklemeler…

Ve bir süre önce açıklanan; “Suriye’de önce 200 bin konutluk bina yaptıktan sonra “Gaziantep Üniversitesi’ne bağlı EL Bab’da İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Azez’de İslami İlimler Fakültesi, Afrin’de Eğitim Fakültesi açacağız!” şeklindeki müjdeler!

Özetle; Bu adımlar “itibardan tasarruf olmaz!” demenin yurtdışı göstergeleridir bir, bizim gibi cömert bir komşu bu evrende yoktur iki, hayırlısıyla önümüzü bi görelim daha ne yatırımlar yaparız üç…