TÜRKLER, İSLAMİYET ve KILIÇ

Sayın Doğu Perinçek, cumartesi günü köşesinde, “Türklerin İslamiyeti kabul etmesini kılıç zoruyla açıklayan görüşler, yüzeyseldir. Bu kabulün toplumsal süreçlerle ilişkisini görmediği için de tarih dışındadır, başka deyişle bilimsel değildir” diyerek bizim gibi düşünenleri tarih bilmemekle suçladı.

Doğrudur, Hz. Muhammet’in ideolojisini ördüğü devrimci İslamiyet orada, kabileden bir millet (Arap milleti) yaratan ileri bir harekettir. Hiç unutulmamalıdır ki F. Engels’in köylü savaşlarını anlatırken dediği gibi Orta Çağlar’daki bütün dinsel hareketler sınıf savaşlarının dinsel örtü altındaki halinden başka bir şey değildir.

Mekke’deki mücadelede, ezilenlerin lideri, öksüz Muhammet Mustafa, ona karşı eski düzeni savunan aşiretçi sistemin lideri de en zengin tüccar Ebu Süfyan’dır.

İslam, Mekke’deki alt katmanların ve kölelerin sınıf hareketi olarak başlamış, devletleşerek başarıya ulaşmıştır. Fakat bu devlet içinde Hz. Muhammet’ten hemen sonra şiddetli bir sınıf savaşı patlak vermiştir. Öyle ki, “Babam, kendisinden sonra Müslümanlara lider (veli) olarak yeğeni Ali’yi bırakmıştır” diyerek Ebubekir’in liderliğini (halifeliğini) tanımayan Peygamber’in kızı Fatıma’yı döverek ölümüne yol açmışlardır. Bu cinayette rol alanlar, sonradan halife olacak olan Ömer, yeğeni Kunfuz ile İslam’ın Kılıcı diye kutsanan ama Uhut’ta Peygamberi de öldürmeye çabalayan Halit bin Velit’tir.

İslam’ın kutsal çağı denilen bu dönemde 4 halifeden 3’ü öldürülmüştür. Öyle ki bunlardan birisi olan Osman, Müslümanlık’tan çıkmış sayılıp Yahudi mezarlığına gömülmüştür. Alt katmanların temsilcisi Ali’nin de cinayete kurban gitmesinden sonra Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye yönetime hakim olmuştur. Böylece İslam düşüncesi saltanata hizmet eden Arapçı bir kaldıraça çevrilmiştir. Emeviler zamanında Arap olmayan Müslümanlar dışlanmış; onlar ikinci sınıf insanlar, hatta köle (mevali) gibi görülmüşlerdir.

Peki nasıl oldu da bu zihniyet hızla yayıldı?

DİN İÇİN DEĞİL HARAÇ İÇİN

Bizim hilafetçi tarihçilerin gösterdikleri gibi İslam ordusu denilen ordular çevre ülkelere İslam’ı yaymak için değil yağma/talan için saldırdılar. Elde ettikleri altın, gümüş, kadın ve erkek köleler Arapları müthiş zenginleştirdi ve herkes silah bulup bu yağma savaşlarına katıldı. Emevi komutanı Kuteybe’nin Türk illerinde neler yaptığını dönemin şairi Kal-el Eşari şöyle anlatmıştır:

“Kuteybe her gün talan yapıyor

Servetlere yeni servetler katıyor”

Bunlar kanlı katliamlarla ele geçirdikleri yerdeki halkın Müslüman olmasını değil, eski dinlerinde kalıp haraç ödemelerini istiyorlardı. (İbn Kesir, bu konuda ilginç bilgiler aktarmaktadır. Biz bunları TÜRK ALEVİLİĞİ adlı çalışmamızda ARAP-TÜRK SAVAŞLARI başlığı altında özetledik.) Örneğin Horasan Valisi Cerrah, “Müslüman olduk, bizden cizye almayın!” diyen Türklerin Müslüman olmasını kabul etmemiş, onların eski dinlerinde kalıp cizye vermesini istemiştir.

BİR KAYNAKTAN ALINTILAR

Bu konuları araştıran ama İslam’ı yücelten bir akademisyen olan Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı’nın “Türkistan’ın Müslüman Araplar tarafından fethi” adlı çalışmasından yaptığımız şu alıntıları bir okuyun:

“(Emevi komutanı) Ubeydullah, önüne çıkan herkesi suçlu-suçsuz demeden kılınçtan geçirmiş ve Harzem’de nerede ise iki ayak üzerine yürüyecek canlı insan kalmamıştı.”

“Kuteybe sâdece muharip Türk unsurunu kılınçtan geçirmekle kalmamış Baykent şehrini de viraneye çevirmiştir.”

“Bu bakımdan o, bir kan ve ateş kasırgası halinde devam eden Aşağı Türkistan harekâtında o, menhus kılıcını Türklerin ensesinden hiçbir zaman kaldırmamış ve yüz binlerce Türk gencini kılınçtan geçirmiştir.”

“Kuteybe’nin verdiği talimat üzerine Cangan’ın bütün muhaliflerini kılıçtan geçirdiği gibi, eli silâh tutan on binlerce insanın boynunu vurdurmuş ve bir o kadarını da esir almıştı.”

“(Komutan) Abdurrahman, Harzem’den pek çok mal ve ganimet ele geçirmiş ve 4 bin esirle birlikte Kuteybe’nin yanına dönmüştür. Daha sonra tahtının üzerine mağrur bir edâ ile oturan Kuteybe, bu esirlerden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesinin de önüne dizmelerini söylemiş ve bundan sonra yalın kılınç bekleyen Araplara dönerek bu esirlerin kafalarının koparılmasını emretmiştir.”

Benzer katliamlar o kadar çok ki yazmakla bitmiyor. Bu facialar, askerlerin kırışımından ötedir ve masum sivillerin yok edilmesini temel alan bir tür soykırımdır.

Dönemin tanığı olan şair Kab-el Eşari yazıyor ki: “Kâzah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarmaş dolaş olmuş o zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız! Herkesi kılınçtan geçirmiştiniz. Sâdece ata dahi binemiyecek yaşta küçük çocuklar kalmıştı.”

İşte Türklerin Müslümanlıkla karşılaşmasının öyküsü budur.

Geniş bir coğrafyaya saçılmış olan Türkler, hemen hemen 300 sene süren saldırılardan kurtulmak için Müslüman olmak, hiç değilse öyle görünmek zorunda kalmışlardır.

Türkler ancak 10. Yüzyıl başlarından itibaren kendilerine Batı’da ekonomik seçenekler sunabileceğini görünce İslam’a geçmeye başlamışlardır. Ama 12. Yüzyıl’da bile Tanrıcı Türkler, Müslüman Türklerden az değildi. Bunun belgesi de 1153 yılında Gök Tanrıcı Oğuzlar’ın Müslüman Oğuzlar’ı yenip hakan Sancar’ı tutsak etmeleridir.

Aman dikkat! İslam hareketini, Mekke’deki sınıflar savaşımı ve ertesinde de sömürgeci Araplarla çevre halklar arasında bir ölüm-kalım mücadelesi olarak görmeyip bir medeniyet tasarımı olarak sunmak, bizi Emevici ilahiyatçıların ve Diyanet İşleri’nin safına atabilir.

https://twitter.com/r_zelyut