UFUK TURU İÇİN MEYDAN TURU YAPTIM…(2)

Öncelikle yayın yönetmenlerimden 3 B’den ve 2 M’den kaynaklanan hata için özür dilerim. 3 B’nin açılımı; Bilgisayarımın ve benim Beyinsel ve Bedensel yorgunluğu, 2 M’nin açılımı ise; bilgisayarımdaki metal yorgunluğu, benim mental yorgunluğum desem! (Sn. Cahit Kılıç’ın özenli ve özel dikkatine teşekkür ederek)

Değerli Okur! Yazı dizimin birinci bölümünü okuduysanız, sert örnekler seçip paylaştığımı görmüşsünüzdür. Ancak daha sertleri olduğunu, söz uzun, tanammüller az diye onları yazmadığımı, bu mini yazı dizisini  seçim öncesi buluşmaların seçim sonrası analizi saymanızı rica ederek ufuk turumu sürdürüyorum!

Mekan kapalı, esnaf boş olduğundan, herkes birbirine haber saldığından(!) bir anda çevrem konuşmak isteyenlerle dolunca  bana  gün doğmaz mı? “Genç olmak zor, sınavlarla geçen okul yılları, mezuniyet sonrası iş bulamama korkusu, zorlayan bir askerlik süreci ve aileye yük olma kaygısı. Hayatın ağırlığı öylesine binmiş ki omuzlarıma ne yapacağmı bilmiyorum doğrusu.  Ayrıca ben taşrada doğup büyüdüm, oralarda ailelerin omuzlarındaki yük o kadar büyüktür ki; ailelerimizin çocukların hayallerinin bir ucundan tutacak halleri de  hevesleri de yoktur” diyen genç sözünü uzatınca bir başkası eliyle sıra bende dercesine sözünü kesti.

“Ağır ağır geçen zaman, ödenemeyen faturalar, kesilen elektrik ve su, çaresiz analar ve babalar, varoluş sancılarıyla ben ve arkadaşlarım! Şu anda hayatıma renk katan hiçbir şey yok gibi, eskiden karikatürü severdim artık ondan bile tat almıyorum.”

Genç komşusunun sözünü kesmemek için bekleyen yaşlıca bir esnaf elini kaldırarak söz isteyince ona dönüp buyurun dedim. Kızgınlığını sözlerine ve bakışlarına yansıtarak; “Ben halıcıyım. Siftah yapmayalı çok oldu, dükkanı kapatacağım ama bizim hanım evde sıkılırsın diyor. İşlerim iyiyken çok ülke gezdim, belki oralara halı satarız diye özel araştırmalar yaptım. Kremlin Sarayı’nın 24 bin metrekare, Buckingham Sarayı’nın 77 bin metrekare, Beyaz Saray’ın 72 bin metrekare, Versailles Sarayı’nın 67 bin metrekare, Stockholm Sarayı’nın 61 bin metrekare olduğunu biliyorum. Bu sarayların toplam alanının 277 bin metrekare ettiğini biliyorum. Ankara’da yapılan sarayın başlangıçta 289 bin metrekare olarak başladığını biliyoruz. İtibardan tasarruf olmaz diyenler neden adı geçen ülkeleri örnek almazlar? Onların itibarı yok mu merak ediyorum?” Halıcı sözünü bitirir bitirmez söze giren kuyumcu; 

“Bana göre bu bir seçim değil, toplumun seçim yoluyla imtihanıdır, beni en çok da bu belirsizlik yoruyor. Amca oğlumu şehit verdik 22 yaşındaydı. O gün bugün şehit haberlerini dikkatle izliyorum. Sayıları ve yerleri hep ezberimde duruyor. Bugüne kadar El Bap’ta 71, Afrinde 54 şehit verdik. Oysa 18 yaşından büyük 2 milyona yakın Suriyeli caddelerde geziyor.” Kuyumcu bunları analatırken bunun insani ve vicdani bir açıklaması olmalı demeye çalışıyordu.

“Ben baharat ve kuru yemiş satıyorum. 55 yılllık esnafım. Böyle bir dönem görmedim. Bizim çiftçi ürününü asfalta dökerken, salatalıktan bibere, karpuzdan kavuna, mercimekten nohuda, şimdi de patatesten soğana tam 600 kalem tarım ürününü dışardan ithal etmek midir başarı? Aptala yatırarak bizleri, boşa geçirdiler yılları” deyip hışımla dönüp gitti.

Elindeki  tespihi tane tane ve ritmik bir şekilde çeken ve kendinden emin olarak yanıma gelen orta yaşın üstündeki esnaf sözlerine şöyle başladı; “CB, geçenlerde Adanalı iş adamlarına konuşurken, ‘yetkiyi bana verin, faizle kurla mücadeleyi bana bırakın’ dedi ve sonra da ‘ben ekonomistim’ diye ilave etti. O gün bugün kendi kendime soruyorum, yetki bugüne kadar kimin elindeydi diye!”

Babasının sözünü kesmeye çalışmadan izin isteyen genç; “Babam haklı, bize neden gerçekler açıklanmıyor, neden  evrensel değerler öne çıkmıyor, neden liyakat değil sadakat esas alınıyor. Neden bize parmak sallanıyor, neden gelişmişlik ölçüsü olarak buzdolabı, fırın, bulaşık makinesi öne sürülüyor?” Belli ki bu sorulara yanıt arayıp bulmayan gencin içi çok doluydu. Ben oğluyla konuşurken babası yine söze karıştı; “AKP bir çok şeyi yerle bir etti ama bizim sağduyumuzu, vicdanımızı, ülke sevgimizi yenemedi- yenemeyecek” dedi.

Yakında evlenecek olan yeğeni için takı alışverişine geldiğini söyleyen, ancak fiyatları görünce vazgeçmek zorunda kalan emekli öğretmen sohbete tanık olunca dayanamayıp söze karıştı; “24 Haziran günü umuyor ve diliyorum her şeyden önce huzurlu, mutlu, yaşanabilir ve aydınlık bir Türkiye’ye uyanırız. Size kendi yazdığım bir dörtlükle veda edeceğim. Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana/ Baş usta bakıyor tepeden ona/ Uçaklar, saraylar, bu ne tantana?/ 24 Haziran’da oylar sandığa” Emekli öğretmen sözünü bitirir bitirmez sırtını dönüp gitti. Söylediklerinin psikolojik mi, politik mi olduğuna bakmadan arkasından alkış tufanı kopmaz mı?

Not: Mini yazı dizimi abarttım biliyorum! Ancak birini yazıp diğerini yazmamak olmaz. Kısa turun son bölümünü Cuma günü okuyacaksınız…