2020- 384!
Başlığın açılımı şu! 2020’de bazı kayıtlara göre 384, bazı kaynaklara göre 436 kadın öldürüldü! Sayı bile net değil o kadar yani! Tırmanan erkek şiddeti nedeniyle, son 10 yılda 3 kat artan ve sistematik hale gelen kadın cinayetleri ülkemizin kanayan ve kapanmayan yarası olmayı sürdürüyor. Kadınlar eş, eski eş, öfkeli koca, gözü dönmüş sevgili, kardeş, evlat, baba, akraba, tecavüzcü tarafından öldürülürken, yasalar, yönetim, ilgili kurumlar ve adalet geç kalıyor, sorun yeterince önemsenmiyor, göz ardı etmek, kulak ardı etmek, görmezden gelmek bazılarının işine de geliyor…
Sonra ne mi oluyor? Tüm dünyada artan, ancak bizde katbekat artan, kan donduran, yürekleri yakan, içimizi isyanla dolduran kadınlara yönelik kıyımlar karşısında; Caydırıcı yasaları beklemekten psikolojisi bozulan, pek çok konuda yalnız bırakılan kadınların umudu bitiyor, güveni azalıyor, tahammülü kalmıyor…
Hepsi bu kadar mı? Değil! Üzgünüm. Eksiği var, fazlası yok…
2008- 2020 yılları arasında 3621 kadının öldürüldüğü ülkemizde kadınlar; Sanki lütufmuş gibi, sanki bir şeyler değişecekmiş gibi umutlarını yasalara bağlarken! Dayatılmış yalnızlıklarıyla cebelleşirken! Meraklarını, telaşlarını, hatta kendilerini unutup her şeyi detaylı düşünmeyi alışkanlık haline getiren her kademede kadın, öğretim görevlisinden öğrencisine, annesinden mankenine ardı arkası kesilmeyen cinayetlerde heder olup gidiyor.
Hele de yakın gelecekte bazı şeylerin değişeceğinin işaretlerini veren hiçbir şey yokken, ülkemiz kadınlarına güzel bir gelecek vaat edemez hale gelmişken ve de çıldırmaya az kalmışken! Açık ve net söylemek gerekirse; Önümüze yetinmemiz için koyulanları beğenmiyor ve yeterli bulmuyoruz! Her gün dozunu biraz daha artıran olaylar karşısında hırslanıp- mıhlanıp kalıyoruz! O halde başta bu satırların yazarı olmak üzere neyin muhasebesini niçin yapalım? Ya da “neden, nasıl, çünkü” kavramlarını nereye oturtalım diye yüksek sesle soruyoruz
Gelelim istenirse nasıl önlenebileceğini içeren önerilere!
Önce sorunun ana nedenlerini görmek, temeline inmek, kadını eve kapayan ve görevini annelikle sınırlayan zihniyete dur demek, özellikle yönetim katında taban bulan ayrıştırıcı, bölücü, yabancılaştırıcı, nefret dilinin neden olduğu ve kaba kuvvete özendiren, şiddete yönelten ve hiç susmayan maço dilden uzak durmak gerek. Özellikle de kadını korumayan ancak katile yeşil ışık yakan caydırıcı cezaları gözden geçirmek gerek…
Yine resmi kurum ve kuruluşlar aracılığıyla önleyici tedbirler almak, şiddeti özendiren açıklamalar yapmamak, yayın yoluyla önlemleri yaygınlaştırmak gerek…
Nasıl derseniz? Şöyle; Başta MEB olmak üzere yaygın ve örgün eğitimde okutulan kitaplarda; kadın-erkek eşitliğini, kadın haklarını, kadın özgürlüğünü içeren konuları işlemek! DİB’in yorum ve hutbelerinde kadın haklarına ağırlık vermek. Yasaları kadın haklarını koruyacak biçimde güçlendirerek düzenlemek. Mahkemelerde; “pişmanım” dedi, “yere baktı”, “ağlayarak konuştu”, “takım elbise giydi”, “kravat taktı”, “şeytana uydum” dedi, “masum baktı” gibi sudan gerekçelerle iyi halden ceza indirimine son vermek gerek…
Yerel yönetimler, vakıflar, STÖ’ler tarafından desteklenerek Sığınma Evlerinin sayısını artırmak, güvenlik güçlerini kadınları ve haklarını koruyacak biçimde eğitmek. Yazılı, görsel ve sosyal medyada özenli bir dil kullanmak, yol gösterici olmak, hele de dizilerde erkeği güçlü ve haklı gösteren konulardan özenle kaçınmak ve kadına yönelik haberleri verirken şiddeti özendiren haber dilini acilen terk etmek gerek…
Sonra da şapkayı öne koyup! Kadınların öldürülmesinin vahşetin ortaçağ ilkelliğinde kaldığını, kadın haklarının, kadın özgürlüğünün bir insanlık ve uygarlık sorunu olduğunu hiç unutmamak gerek…
Özelikle de; “Ölmek istemiyorum” diyen Emine Bulut’un, “Anne lütfen ölme!” diyen küçük çocuğunun, “Ağlamak için içim yanıyordu, ama ben ağlayınca tüm kardeşlerim ağlıyordu” diyen Göksu’nun kızının, “Saatlerce mezarlığın üstünde yatıyordum ki annemi hissedeyim” diyen Emel’in yürek paralayan sözlerini hep hatırlamak gerek…
Son olarak; Bıçağın, kurşunun, pompalının, ateşin, kezzabın kadınların çilesinin araçları olduğunu hiç akıldan çıkarmamak gerek…
İtirazı olan? Yok! O halde yazılanlara tanım bulmakta, adını koymak da zorlansak da bu cinayetler bir kadın kırımıdır, bir kadın kıyımıdır. Bu işin coğrafyası yok. 2007 yılında yazdığım kitabın adına ”Çilenin Coğrafyası Yok” demiştim. Yıl 2021 ne değişti? Bu işin şakası yok, yaşı yok, eğitimi yok, yeri, mekânı, yok! Evde, sokakta, caddede, hastanede, bakkalda, manavda, okulda, kuaför salonunda silahına davranan tetiğe dayanıyor. Unutulmasın! Sosyoloji mezunu katil var, 73 yaşında katledilen anne var…
Aylin Özer ve Ceren Damar hocalar başta olmak üzere sorumsuz yöneticilerin ve sorunlu yasaların kurbanı olarak öldürülen her kadın bu hayattan alacaklı gittiler. Soracak hesapları kaldı, o hesabı kim verecek?
Kadın karşıtı politikaların nasıl taban bulduğunu, konunun takipçisi kadın örgütlerinin başına nelerin geldiğini, yönetimin gittikçe sertleşen, hırçınlaşan ve tehdit kokan dilinin nelere yol açtığını biliyoruz, görüyoruz. Bu yıl olmamasını dileyelim, 2021’in daha iyi olacağını düşleyelim. Aksi halde kızı işsiz, oğlu işsiz, kocası işsiz, kendisi geçim derdinde, peş peşe gelen zamlarla hayatın yükünü taşıyan kadınlar dipten gelen bir kadın uyanışını hayata geçirerek cam tavanları yıkmaya, şiddete karşı güçlerini birleştirmeye eskisinden daha kararlı, daha inatçı, daha güçlü olmaya başlarlar, başladılar bile…
Beyler! Evi emeğiyle, ekmeğiyle, sevgisiyle, şefkatiyle, özverisiyle donatan ve sevdiklerinin yüreğindeki yeri parayla pulla ölçülemez kadınları hafife almayın ve onlara kıymayın! Yılın adamı, yılın olayı, arayışlarına girmenize gerek yok. Yılın olayı kadın cinayetleridir. Desibeli yükseltmeden, parmak sallamadan, sükûneti bozmadan, şiddete başvurmadan evler de yönetilir, ülkeler de…
Özetle! Sorun hepimizin, çözüm her kesimin, sorumluluk herkesindir. Nokta…