98. YILINDA ÖZETLE YİNELİYORUM NEDİR CUMHURİYET?
Okuma yazma seferberliğidir. Kitapla henüz tanışmayan halkı ulusal kütüphaneler ve klasiklerle buluşturmadır. Köylünün adam yerine konmasıdır. İthal Amerikan bezi yerine Sümerbank’ın bezini kızımıza çeyiz, ölümüze-şehidimize kefen bezi yapmaktır. Rize’nin çayını Alpullu’nun- Turhal’ın şekeriyle yudumlamaktır. Kayseri dokuma fabrikası, Paşabahçe camdır. Malatya mensucat, Beykoz kunduradır. Petkim’dir, Tüpraş’tır, Etibank’tır. Halkevidir. Okuma odasıdır Köy Enstitüleridir. Kütüphanedir, ağaçlandırmadır. Hacı Şakir sabunlarının yanına kimya sanayini kurmaktır. Ülkeyi demir ağlarla örmektir Cumhuriyet!
Ve tüm bunları 122 milyonluk bütçeyle 15 yıla sığdırmaktır Cumhuriyet!
Şimdi biraz gerilere gitme zamanıdır!
Yıl 1923. Yer TBMM.
Meclisin en yaşlı üyesi olarak bir dönem bakanlık da yapmış olan tarihçi Abdurrahman Şeref meclis kürsüsünden haykırıyor; “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sorunuz, bu Cumhuriyettir. Doğan bu çocuğun adı Cumhuriyet’tir. Ama bu ad bazılarına hoş gelmezmiş! Varsın gelmesin.”
Gelinen noktada;
Ülkemizin kurumsal değerleri toplumsal belleklerden siliniyorsa! Bin bir emekle temelleri atılan cumhuriyetin kaleleri babalar gibi satılıyorsa! Atatürk ders kitaplarından siliniyorsa, Anıta çelenk koymak, ulusal bayramlar yasaklanıyorsa! 29 Ekim 1923’e dönmenin tam da zamanıdır…
Çünkü hepi topu 57 yıla sığdırılan koskoca bir yolculuk!
Her biri bir ömre sığacak adımlar ve atılımlar!
15 yıla sığdırılan aydınlıkla karanlığın savaşımı!
Elini sorunların üstüne de, vatanın bağrına da koyan yürekli, yiğit vazife kuşağı!
Savaş sonrasının bilinen, beklenen görüntüsü; eğitimden sağlığa, toplu iğneden kefen bezine kadar her alanda görülen yokluk ve yoksulluk!
Askeri sivili, postallısı çizmelisi, sarıklısı feslisi, kalpaklısı şapkalısıyla Anadolu’dan koşup gelen kahramanlar!
9 kişiden oluşan, 20 yumurta, 1 okka peynir, 10 ekmekleri olan toz toprak içindeki Ankara’nın kerpiç duvarlı han odalarında, gaz lambalarının aydınlattığı okul sıralarında ulusun bağımsızlık destanını yazmak Anadolu’dan koşup gelen, kopup gelen, çıkıp gelen ve Ankara’ya devlet kurmaya gelen kahramanlar!
O kuşağın içinde; “Ben cumhuriyet fikrini yıllarca vicdanımda bir sır gibi sakladım” diyen Atatürk!
O kuşağın içinde; “Bu tarih Onsuz yazılamazdı!” diyen kazım Özalp!
O kuşağın içinde; “Biz olmasaydık O bu işi yine yapardı. Ama O olmasaydı biz bu işi başaramazdık!” diyen Rauf Orbay!
Harbiye, mülkiye, tıbbiye öğrencilerinin kanıyla canıyla yazdığı bir destan!
Sivas’tan yola çıkılınca lastiklere paçavralarla doldurulmuş 3 külüstür araba!
Bindiği arabanın benzini ve lastiği borç parayla alınan koskoca Gazi!
Vatansever bir marangozun hediyesi olan TBMM kürsüsü!
TBMM açılırken Ankara’nın orta halli evlerine misafir olan, yemeklerini kendileri yapan, okullardan alınan sıralarda oturan, kahvelerden ödünç alınan gaz lambalarıyla aydınlanan milletvekilleri!
Cumhuriyet ilk yıllarında gelen yabancı temsilcilerle görüşmek için takım elbiseleri olmayan, balolar için frak smokinleri olmayan ve birbirinden ödünç alarak giyinen bakanlar!
Temeli böylesine sağlam bir harç ve alın teriyle oluşturulan Cumhuriyet!
“Her fabrika bir kaledir. İktisatsız istiklal olma! Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir!” diyen büyük Atatürk!
Gelin de bu bayrama sahip çıkmayın, anlatırken, yazarken, paylaşırken duygu sellerine kapılmayın…
Gelin de bir kez daha kuruluşumuzun, kurtuluşumuzun, özgürlüğümüzün, çağdaş, laik, bilimsel eğitim anlayışımızın adresi ve simgesi olan BÜYÜK ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü, dava ve yol arkadaşlarını, kurtuluşumuzun adsız kahramanlarını, aziz şehitlerimizi, o zorlu yılların mücadele kuşağını anmayın, alkışlamayın…