BUNU YAZMAK GEREK
Arınç daha ilk günden yüksek maaşı hak etti
Maaşını dile dolayanları “edepsiz” olmakla suçladı.
“Kime ne aldığımız maaştan?” diye sordu.
Sonra baktı ki kimse bu söylediklerini ciddiye almıyor, inanmıyor, hata yaptığını anladı.
Ama özür dileyeceği yerde kendini daha da batırarak “Ne kadar maaş alacağımı bile bilmiyorum ama bunun yarısını öğrenci bursuna, yarısını da haksız yere işten atılan KHK mağdurlarına vereceğim” dedi.
Anlaşılan Bülent Arınç'ın saraydan alacağı maaş tahminlerin çok üstünde.
Yoksa bir maaşla hem öğrencilere burs vermek, hem de KHK'lılara yardım etmek mümkün mü?
Hepsi bir yana Erdoğan'ı kutlamak gerek.
Çünkü devletin parasını canının istediği gibi dağıtıyor ama kendi hesabına Arınç'la çok iyi bir seçim yapmış.
Buna karşı Bülent Arınç da alacağı astronomik maaşı daha şimdiden hak ettiğini kanıtladı.
Nedenini anlatayım;
AKP'nin eskilerinden, ekonominin bir dönem eline teslim edildiği ve yaptıklarıyla Türkiye'yi bu hale getirenlerin başındaki isimlerden Ali Babacan parti kurmaya çalışıyor.
Belli ki saray bundan tedirgin.
Önce çağırıp vazgeçirmeyi denedi.
Galiba bu tutmadı.
Sonra bir baktık ki Ali Babacan hakkında bir kişi şikayette bulunmuş, savcılık da hemen harekete geçip soruşturma açmaya karar vermiş.
Tabii herkes bu talimatın saraydan geldiğini anladı ve “Ali Babacan'ın önü kesilmek isteniyor” yorumlarını yaptı.
Oysa kimsenin aklına gelmeyen sarayın yeni maaşlısı Arınç'ın aklına geldi.
Bir TV programına çıktı ve şunu söyledi;
“Bu savcılar hukuku biliyorlarsa bence Sayın Cumhurbaşkanımıza ve hükümete karşı yanlışın içindeler. Hukuken de yanlış, siyaseten de yanlış. Sayın Babacan 14 yıldır bakanlık yaptı. 2002'de benden önce. Ben Meclis Başkanı'ydım. Bir bakanın yargılanması konusunda Anayasa'da özel hükümler var bu bir. Bunu sayın savcının bilmesi lazım. İkincisi bu bakana herhangi bir suçlama varsa, sayın savcım şunu bilsin, Bakanlar Kurulu'nda ortak sorumluluk esastır. Bunu düşünsün, aklını başına alsın. Bakanlık görevinden dolayı suçlamalar olacaksa bütün Bakanlar Kurulu'nu ortaya koyacak uygulama yapması lazım.”
Bu sözler savcıya ültimatom gibi değil mi?
Arınç özetle diyor ki “Ey savcılar, ey hakimler, Ali Babacan'a dava açarsanız bunun ucunun Erdoğan'a gideceğini bilmiyor musunuz, o zaman ne yapacaksınız?”
Arınç öte taraftan da Erdoğan'a “Yahu kardeşim ne yapıyorsun, bu işin sonu hepimize dokunacak. Gel vazgeç şu işten, şu talimatını geri çek, Ali'nin önünü kesmek için başka bir şey bulalım” demiş oluyor.
Tabii anlaşılan mesaj anında alınmış.
Saraydan giden ikinci talimatla savcılar bir anda işlemleri durduruverdiler.
Şimdi Erdoğan “Vallahi helal olsun Arınç'a, verdiğim para anasının ak sütü gibi helal olsun” demiyor mudur?
Bana kalırsa sarayda durum çok vahim.
Muhtemelen kimse cesaret edip Erdoğan'a bu hukuki durumu anlatamamış.
Sıradan bir hukukçunun bile anına yapacağı uyarıyı ancak Arınç gibi biri yapabiliyor.
Sık sık söylüyorum ya, Erdoğan sarayda her birini zengin ettiği danışmanlarını bir kere daha gözden geçirmeli.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Devletin değil de sarayın valisi olunca böyle oluyor işte
Sözcü Gazetesi'nde Deniz Zeyrek'in haberini okudunuz mu?
Sarayın İstanbul'da seçim tekrarına kadar atadığı kayyum meğer neler yapmış.
Aynı zamanda İstanbul'a valilik de yapan Ali Yerlikaya 6 Mayıs'ta seçimleri iptal eden Erdoğan'ın talimatıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na kayyum olarak atanmıştı.
Kayyum, bir kamu kuruluşunun bir süreliğine birine emanet verilmesidir.
Kayyum asıl yöneticisi gelene kadar kurumu kollar, korur.
Ama Yerlikaya öyle yapmadı.
Devletin değil de sarayın valisi olduğunu düşünen Yerlikaya, seçimi AKP'nin adayının kazanması için kolları sıvadı. Çalışanlara miting yaptırarak Ekrem İmamoğlu aleyhine konuşturdu.
İstanbul'un bütün bilboardlarını, dev ışıklı panoları, otobüs ve metro duraklarını, tüm kavşak, geçit ve köprülerini İmamoğlu aleyhine sloganlarla donattı. Bunları dile getirdiğim bir yazımda Vali'nin kayyum olarak böyle bir hakkı olmadığını, bir aday adına diğer aday için propaganda yapamayacağını, para harcayamayacağını belirterek “İmamoğlu harcanan bütün bu paralar için Vali'ye zimmet çıkarmalı ve hepsini çatır çatır tahsil etmeli” demiştim.
Meğer sarayın valisi sade bunlarla kalmamış, inanılmaz daha nice işler yapmış, hem de 51 günde.
Belediyenin borcuna 3 milyar daha eklemiş örneğin. Kendisine 51 gün için teslim edilen belediyenin kasasından tam 1 milyar 700 milyon lira harcamış.
Belediye personelinin sayısını kaşla göz arasında 2500 kişiyi daha işe alarak 84 bine çıkarmış.
Başkaca bir şey söylemek istemiyorum. Sadece “Yuh yani” demekle yetiniyorum.
Nokta.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Mesele görevden alabilmesi değil, bunun olumsuz etkileri
Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya sonunda görevden alındı.
Neredeyse bir yıldır Erdoğan'ın hedefinde olan Çetinkaya'nın yerine yardımcısı Murat Uysal atandı.
Çetinkaya ile birlikte görev yapan Uysal'ın soyadı gibi uysal olacağı ve sarayın emirlerini sektirmeden yerine getireceği söyleniyor.
Bu sayede bir iki gün içinde faizlerin hızla düşürülmesi bekleniyor.
Aslına bakarsanız Çetinkaya'nın görev süresinin bitmesine 6 ay daha vardı.
Ancak AKP Genel Başkanı Erdoğan uzun süredir “Onlar hata yapıyor ama bedelini biz siyasiler ödüyoruz. Neymiş Merkez Bankası bağımsız olmalıymış, bu nasıl şey?” diyordu.
Erdoğan bütün esip gürlemesine rağmen Başkan'ı görevden alamıyordu.
Ama sonunda çare bulunmuş.
Öğrendiğime göre Merkez Bankası Başkanı “375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ek 35'inci maddesi ile 3 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 2'nci maddesi gereğince” görevden alınmış.
Elbette her şeye bir hukuki kılıf bulunur.
Mesele faizleri emirle indirmeye yanaşamayan bir Merkez Bankası Başkanı'nın görevden alınması değil, bunun yaratacağı olumsuz etkilerdir.
Şimdi muhtemelen yeni başkan göreve getirilmenin hakkını verecek ve bankalara talimat göndererek faizleri indirecektir.
Faizler bir süreliğine inebilir ama Türkiye'nin itibarı da daha hızlı düşecektir.
Zaten itibarımız yerle bir eden iktidar, bunun altından kalkamayacaktır.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
O bilgisayardan geriye bir şey kaldı mı acaba?
Ekrem İmamoğlu 31 Mart'ta seçimi kazandıktan sonra mazbatasını almış ve başkanlık koltuğuna oturmuştu.
Artık işin sahibi olarak “Ne var ne yok” diye bakabilmek ve her türlü sabotaja karşı önlem alabilmek için belediyenin bilgisayar sisteminin bir kopyasını almak istemişti.
AKP kıyameti koparmıştı.
Bir belediye başkanı nasıl olur da kendi bilgisayarının bir kopyasını alabilirdi.
Saraydan talimatlar verildi muhtemelen, yargı harekete geçti ve İmamoğlu'na “Neye bakacaksan bak, bilgisayar kopyası almak da neymiş” diyerek verilerin kopyalanmasına yasak getirdi.
(Aynı mahkeme şimdi ne yapacak, çok merak ediyorum.)
Peki İmamoğlu'nun verileri kontrol etmesinden neden korkuldu?
Neden korkulduğu çok ortada değil mi?
O tarihte belediyenin Bilgi İşlem Daire Başkanı Selim Karabulut öyle bir paniğe kapılmıştı ki “Canımı veririm size bilgileri vermem” demişti.
İmamoğlu'nun ihalelerle ilgili verileri incelemek istemesine de panik halinde karşı çıkan Karabulut,
“Şifreyi sadece ben biliyorum. Yüksek Seçim Kurulu kararını verene dek ben size şifreyi vermiyorum. Bununla alakalı görevden alabilirsiniz, soruşturma başlatabilirsiniz ama bu şifre benimle beraber yok olur gider. Canımı veririm yine size bilgileri vermem” demişti.
Sonunu biliyorsunuz.
Saray seçimi iptal etti.
Belediye 51 gün sarayın valisinin denetiminde AKP'de kaldı.
O bilgisayarlarda bilgi kalmış olabileceğini düşünmek bile saflık.
Belediyede yapılanları İmamoğlu'nun öğrenmemesi için canını bile vermeye hazır olan bir adamın 51 günde o bilgisayarı çöp haline getirmemiş olması mümkün mü?
Elbette iyi bilgisayar uzmanları tamamen imha edilse bile bilgilerin çoğunu zaman içinde kurtaracaktır ama öğrenilmesinden çok korkulan şeyleri yapanlar “Atı alan Üsküdar'ı geçti” misali kaybolup gideceklerdir.
https://twitter.com/can_atakli_