ATATÜRK’e DUA…
Geleneğimiz ve kültürümüzde ölmüşlerimizi yad etme ritüelleri önemli yer tutar. Türk kültüründe “geçmişleri / ölmüşleri” anma törenleri İslam’la birlikte elbetteki yeni bir dinsel içerik kazanmıştır. Bu içerikte İslam öncesi dönemin de etkileri hala çok canlı bir şekilde sürmektedir.
Ölünün ardından 3. gün, 7., 40., 52. gün ve ölüm yıldönümlerinde yapılan törenler, İslam öncesi Türk kültürünün devamı olsa da törenlerin içeriği İslamî unsurlarla doludur. Nitekim bu törenlerde Kur’an’dan bölümler okunmakta, en çok da Yasin Bölümü / Yasin Suresi, Açan ve İçtenlik Bölümleri / Fatiha ve İhlas Sureleri tilavet edilmektedir. İlaveten Süleyman Çelebi’nin mevlidinden de bazı kısımlar ve çeşitli ilahiler okunmaktadır.
Okunan sure, dua, ayet ve mevlidin ölülere bir faydasının olup olmadığı tartışması itikadî bir tartışmadır. Bu tartışmaya dair “Ölülerin Ardından Neden Yasin Suresi Okunur” başlıklı evvelce yazdığım bir yazım mevcut. Birkaç gün sonra yayınlanacak olan İSLAM BU adlı kitabımda da yer alacak olan o yazıda söz konusu tartışmaya ilişkin görüşlerimi ve Muhammedî İslam açısından doğru olan yaklaşımın ne olduğunu izah etmiştim. Bu nedenle aynı tartışmaya tekrar girmeyeceğim.
Ölülerin ardından yapılan Kur’an ve Mevlit Okuma Merasimleri, laik seküler bir bakışla değerlendirildiğinde aslında bir nevi anma törenleri hüviyetini taşımaktadır. İşte bu anma törenleri laik seküler kesimle muhafazakar ve dindar kesimin pek çok vesileyle buluştuğu çok önemli sosyo kültürel hadiselerdir. Öyle ki dindar ailelerin laik seküler çocukları vefat etmiş anne ve babalarını da sözünü ettiğimiz bu törenlerle yad etme geleneğini çoğunlukla sürdürmektedirler.
Kur’an ve mevlit okuma törenleri bazen evlerde, dernek merkezlerinde, çoğunlukla da camilerde / mabetlerde yapılmaktadır. Şehirleşmeyle birlikte bu törenlerin eskiye nazaran kısmen de olsa güç kaybettiğini gözlemlemek mümkün. Açıkçası ben bu törenlerin sayıca azalacağını ama yine de varlığını yüzyıllar sonrasına değin sürdüreceğini öngörmekteyim. Belki 3,7,40,52. gün ve yıl dönümleri yerine bir sefere inmesi muhtemel olmakla birlikte tümüyle sona ermesi kesinlikle mümkün değildir. Zira insanlar kaybettikleri yakınlarını bir şekilde hatırlamak, onları yad etmek, onlara dair anılarını diri tutmak için bir şeyler yapma gereksinimi duymaktadırlar. Aslında bu da son derece insanî bir hadisedir. Sırası gelmişken ilaveten ifade edelim ki Alevi geleneğinde kırk yemeği / lokması ve yıl dönümlerinde verilen yemekler / lokmalar için cem evleri kullanılmaktadır. Bu törenlerde de deyişler söylenmekte ve Kur’an’dan bazı bölümler okunmaktadır.
Katıldığım pek çok Kur’an tilaveti ve mevlit okuma törenlerinde ben de okuyucular arasında yer aldım. Z aman zaman bu törenlerin sonunda edilen duaları da ben gerçekleştirdim. Bu dualarda, hamd, salat ve selam, tövbe istiğfar bölümlerinden sonra okunan Kur’an ayet ve surelerinden hasıl olduğuna inanılan sevapların başta peygamberler ve evliyalar olmak üzere şehitlerin ve alimlerin ruhlarına bağışlandığı zikredilir.Daha sonra da orada bulunan cemaatin yakınlarından ahirete irtihal edenlerin ruhlarına da, hasıl olduğuna inanılan sevabın bağışlandığı tekraren ifade edilir. Ardından davet sahibinin yakınları zikredilerek onların da ruhları için dua edilir.
Ben bütün bunlara ilaveten böylesi törenlerde yaptığım her duada, “cumhuriyetimizin kurucusu büyük Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının da ruhları şad olsun!” şekinde bir cümleyi mutlaka telaffuz ederim. Çeşitli dinsel cemaat ve tarikatların etkisiyle bazı sözde hocalar böylesi ve başkaca dinsel törenlerde Atatürk için dua edilmesini hoş karşılamazlar. Zira duayı kendileri yaptığında Atatürk’e dair bir ifade duymanız mümkün değildir. Atatürk için dua eden özgür düşünceli hocalar olmakla birlikte bunlar sayıca yok denecek kadar azdır.
29 Nisan Pazar günü bir dostumuzun davetiyle böylesi bir Kur’an okuma törenine katıldım. Ahirete irtihal eden anne ve babasının ruhu için ve onları yad etmek maksadıyla böyle bir tören düzenleğini ifade edip bana dua sırasında büyük Atatürk’ün de adının anılmasını istediği için şahsımı davet ettiğini ve duayı mutlaka benim yapmam gerektiğini belirtti. Ben de daveti kabul ettim.
Törenin yapıldığı cami Bakırköy’de bir cami idi. Namazdan önce, Kur’an okuyacak bir diğer hocayla da oturup sohbet ettik. Hoca, kendisinin camide müezzinlik yaptığını, cami imamının o gün izinli olduğunu söyledi. Ayrıca kendisinin de müftülükte resmi kaydının bulunduğunu belirtme ihtiyacı hissetti. Hocayla görev bölüşümü yaptık. Yasin Bölümü / Yasin Suresi’nin okuyalım, bir ilahi okuyalım ve ardından dua yapalım, dedik. Duayı benim yapmam hususunda mutabık kaldık. Aslında davetten önce, beni çağıran dostum o caminin kendi yakınları tarafından yapılmış olmakla birlikte Diyanet’in ve bir cemaatin kontrolünde olduğunu belirtti. Ben de kendisine cemaatlerin kontrolündeki camilere gitmediğimi belirttim. Ama dostumuzun ricasını kıramayıp daveti kabul ettim.
Hep birlikte öğle namazımızı eda ettik. Namazı sözünü ettiğim hoca kıldırdı. Yani imamlık yaptı. Namazın ardından evvelce sözleştiğimiz şekilde Kur’an okumaya başladık. Ben Yasin Bölümü / Yasin Suresi’nin ilk iki sayfasını okudum. Diğer dört sayfayı da cami görevlisi ve yanındaki bir diğer hoca okudu. Ardından bir ilahi okundu. Daha sonra Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi’nin ilk sayfası okunup dua için mikrofon bana uzatıldı. Duaya başlamadan önce cami görevlisi hoca kulağıma eğilip fısıldayarak, “duada Atatürk’ün veya herhangi birinin adını zikretme, cemaatten tepki olabilir, devlet büyüklerimiz deyip geç!” şeklinde bir şey söyledi. O anda büyük bir şakınlık yaşadım. Zira ben oraya Atatürk’ün adını da anmam için davet edilmiştim. Görevliye sesli olarak itiraz edip orada bir tartışma çıkarmak yerine hemen duaya başladım. Duanın başında, böylesi törenlerde okunan ayet ve surelerin Türkçelerinin de okunması ve açıklanması gerektiği üzerinde durdum ve duaya geçtim. Dua esnasında, normalde Atatürk’e ilişkin bir cümle telaffuz ederken orada ilave olarak bir cümle daha söyledim ve ardından cumhuriyetimizi payidar eyle diyerek Atatürk’e ilişkin üç kez dua etmiş oldum.
Şöyle söyledim:
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve silah arkdaşlarının ruhları şad olsun.
Yüce Allah milletimiz arasında ve bütün insanlık aleminde Mustafa Kemal sevgisinin daha da artmasını nasip eylesin.
Yarabbi Cumhuryetimizi payidar eyle,
Yarabbi Cumhuriyetimizi payidar eyle,
Yarabbi Cumhuryetimizi payidar eyle!
Bütün bu dualarıma cemaatimiz amin diyerek karşılık verdi. Lakin cami görevlisi hoca amin sözlerine iştirak etmedi.
Törenin sonunda, yaşanan bu durumu içime mi atmalyım yoksa davet sahibi dostumuza anlatmalı mıyım, diye hayli düşündüm. Anlatmaya karar verdim ve anlattım. Çok üzüldü. Ve bir şeylerin yaşandığını farkettim, dedi. Ancak Allah şahit ki üzerime çöken derin üzüntü kaybolmadı. Yaşanan hadiseyi topluma ulaştırmalıyım, dedim ve sosyal medya hesabımdan paylaştım.
Sahi Türkiye’de din adamlarnın / hocaların büyük bir bölümü neden Atatürk’e karşı olumsuz duygular beslerler? Ona dua etmekten neden imtina ederler?
Kurucusu olduğu Diyanet İşleri Başkanlığı Atatürk’e neden sırt çevirir?
Neden milli günlerde camilerde okunan hutbelerde Atatürk’ün adı anılmaz?
Oysa bağımsızlığımızı ona borçluyuz.
O bizi esaretten kurtarmakla kalmadı, yaptığı büyük devrimlerle de ufkumuzu açtı. Milletçe ilerlememiz için gerekli olan pek çok düzenlemeyi yaşama geçirdi.
Dilimiz onunla aydınlandı. Yazımız onunla güzelleşip gelişti.
Eğitimde, bilimde ve fende onun devrimleriyle atılım yaptık.
Kadın erkek eşitliği, çağdaş yasalar, çağdaş toplum yaşamı hep onun sayesinde hayatiyet buldu.
Hal böyleyken neden bu nankörlük?
Mustafa Kemal Atatürk’ü rahmet ve saygıyla anmak milli bir vazife değil midir?
Hatta insanî ve İslamî bir vazife değil midir?
Lakin kimileri diyor ki o dinsizdi.
Kimileri diyor ki o ateistti.
Kimileri de bu iddiaları şiddetle reddedip onun çok samimi bir Müslüman olduğunu hatta Hz. Muhammed’in soyundan gelen bir SEYYİD olduğunu ileri sürüyor.
Ben bu iddiaların hiçbirinin gerçeği yansıtmadığını biliyorum.
Atatürk’ün neye inanıp inanmadığının da çok önemli olduğunu düşünmüyorum.
Bu nedenle hiçbir şeyin onu saygı ve rahmetle anmaya asla engel olmaması gerektiğine inanıyorum.
Bu vesileyle onu bir kez daha saygı ve rahmetle anıyor, ruhunun şad olmasını yüce Allah’tan niyaz ediyorum.
O büyük Türk milletinin ve bütün insanlık aleminin en değerli evlatlarından olup milletimizin ebedi başkomutanı ve ölümsüz önderidir.
Şanlı eserlerinle, yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!
Adın yazılacak mücevher taşa!
İlahiyatçı-Yazar Cemil Kılıç
https://twitter.com/m_cemilkilic