AZİZ NESİN'le GECELEYİN BİR BANKA KAPISINI ZORLAMIŞTIK...

Hey gidi Aziz Nesin, hey!

Kuşkusuz ki Türkiye’nin en çok okunan yazarıdır. Aldığı uluslararası gülmece ödüllerinin sayısını bilemiyorum bile.

Bu dünyadan göçüşünün üstünden 24 yıl geçti… İyi ki onu tanıdım… İyi ki anılarım oldu…

Aziz Nesin, öbür ünlü yazarlara benzemezdi. Büyüklenmezdi. Babacan bir insandı ama sıra fikirlerini savunmaya gelince asla eğilip bükülmezdi.

Gerçek bir solcuydu. Kitaplarından elde ettiği parayı kimsesiz çocuklar için kurduğu vakfa ayırmıştı. Halen Çatalca’da bu vakıf korunmaya muhtaç çocuklara hizmetini sürdürüyor.

BAŞKANIMIZ OYDU

Bundan tam 40 yıl önceydi. O, kurduğu Türkiye Yazarlar Sendikası’nın (TYS) başkanıydı. Ben öyküleri ile tanınan, birkaç da kitabı bulunan genç bir yazardım. Korka korka başvurduğum TYS, beni sendika üyeliğine kabul etmişti. Kendimi de işte o zaman yazar gibi görmeye başlamıştım.

Cağaloğlu’ndaki yerimizde 1979’da yapılan yönetim seçiminde ben de kurul üyelerinden birisine seçilmiştim. Artık Aziz Nesin ile birlikte toplantılara katılıyordum. Bana verilen işleri de şevkle yapıyordum. Bunları görünce de hafiften gülümseyerek, “Aferin Rıza!” derdi.

1979’da yazdığım ve Kızıldere katliamını anlattığı Sonsuz Yarım Gün adlı kitabım yüzünden ağır ceza mahkemesinde yargılanmaya başladım. Bu arada 12 Eylül darbesi oldu; dava sıkıyönetim mahkemesine aktarıldı. Ben öğretmendim ve hapse girmem de kaçınılmazdı. Bazı arkadaşların, “Almanya’ya kaç!” önerileri oldu ama kabul etmedim. Kalacaktım, başıma ne gelirse çekecektim.

Sonunda 18 ay 15 gün hapse ve 4 ay sürgün cezasına mahkum oldum. Kitabım toplatılıp yasaklandı ve halen de sanıyorum ki yasaklı olan tek kitaptır…

15 Kasım 1981’de polis gelip kahvaltı yaptığım bir sırada beni aldı. Karlı ve soğuk bir gündü. Karakollarda dolaştıktan sonra götürüp Toptaşı Cezaevi’ne tıktılar… Ben hapiste iken eşime TYS küçük de olsa bir para yardımı da yapmıştı; hiç unutamam.

YILLAR SONRA ALMANYA'da…

Aradan yıllar geçti… 1989 yılında, Hamburg Alevi Derneği ile birlikte Türkiye’deki Alevilerin varlığını ve sorunlarını anlatan bir bildirge hazırladık. Bu bildirgeyi hazırlayıp yazarlara, sanatçılara, siyasetçilere, sendikacılara imzalatıp kamuoyuna açıkladım. Alevilik Bildirgesi o günlerde çok konuşuldu ve sonraki Alevi örgütlenmeleri için de psikolojik ve kültürel bir ortam hazırladı. (Bu bildirgeyi merak edenler, TÜRK ALEVİLİĞİ isimli kitabımızda görebilirler.)

Bildirgeyi imzalaması için Aziz Nesin’e de götürdüm… İçeriğini ve amacımızı açıkladım. Biraz kuşkulu biçimde imzaladı… “Sana güveniyorum!” dedi yüzüme bakmadan.

Sanıyorum ki 1990 yılıydı… Kendisini Almanya’da yapılacak ve Alevilerin sorunlarının tartışılacağı bir açık oturuma davet ettim. Kabul etti. Yanımızda bir arkadaş daha vardı ve sanırım Musa Ağacık idi…

Almanya’ya akşamüstü indik. Dernekten birisi gelip bizi havaalanından aldı ve kalacağımız otele götürdü. Artık her yeri karanlık basmıştı. Vardığımız yer, kocaman bir bahçenin ortasındaki yarı ışıklı beş katlı, upuzun bir binaydı. Çevremizde in cin top oynuyordu. Hatta ben kılavuzumuza, “Emin misin, burası mı?” diye sordum. O, “Eminim, burası!” dedi.

Vardık binanın önüne… Otel olsa olsa şu ışıklı yer olurdu. Yaklaşıp baktık, kimse yok. Yüklendik kapıya… En önden iten de Aziz Nesin… Ama açılmıyor… Bir daha, bir daha ittik, vurduk… Ne gelen var ne giden… Sağa sola bakıyoruz, kimse de yok ki soralım…

“Emin misin burası mı otelimiz?” diye sordu Aziz Nesin.

“Evet efendim, adresten eminim. Ben şoförüm, buraları iyi biliyorum…”

“Öyleyse girelim de biraz dinlenelim…!

Başımızda komutanımız Aziz Nesin olduğu halde kapıya yeniden yüklendik… Iıııııh!

Sanki basiretimiz bağlanmıştı. Bu tıkanmışlıkla camlara yöneldi, ittik… Açılırsa oradan gireceğiz… Aziz baba da kendince yokluyor ve homurdanıyor…

Birisi, “Bir de öbür tarafa bakalım!” dedi…

Bizi getiren şoför; “Bakalım ama ışık yok gibi o tarafta!” dedi.

Çaresiz arka tarafa geçti. İleride, binanın kaşında karanlığı hiç aydınlatmayan bir ampul yanmaktaydı. Tökezleyerek oraya doğru yürüdük.

Vardık ki kapı burası… Gerilerde, yarı aydınlıkta bir masa çevresinde ayakta konuşan iki insan gördük. Kapıyı itip içeri girdik… Biz girince salonun ışıkları yandı. Aradığımız yeri bulmuştuk… Bir oh çekerek koltuklara kurulduk. Şoförümüz, pasaportlarımızı aldı, işlemleri başlattı.

Ben o arada Aziz Nesin’e takılmaya başladım:

-Aziz baba, biraz önce bankanın kapısını zorluyordun. Alarm çalsa Alman polisi gelecek, bizi tutuklayacak… Ve senin Aziz Nesin olduğun anlaşılınca da gazeteler karakoldaki fotoğrafını basacaklar… Altına da “Ünlü Türk yazar Aziz Nesin, arkadaşları ile banka soymaya kalkışınca yakalandı!” diye haber döşenecekler…

Gülmeye başladı…

-Aziz Nesin banka soyarken yakalandı ha!

Biraz durduktan sonra mırıldandı:

-Soysak da fena olmazdı ama bu Almanların elinden kaçamazsın ki…

Sonra kızdı, bağırdı:

-Bu Almanlar ne cimri adamlar be! Işık bile yakmıyorlar ki otel neresi görüp anlayalım…

Türkiye’ye dönene kadar bankanın kapısını, camlarını nasıl tırmaladığımızı anlatıp güldük.

O, zaten yazdıklarıyla hepimizi güldürdü; kendisi de Uçmak’ta hep mutlulukla gülümsüyordur.

Biliyorum ne Tamu’ya inanırdı ne Uçmak’a ama… Bence o tam Uçmaklık bir insandı…

Var olsun Aziz Nesin!

Eski Türkiye’nin en sağlam direği oydu…

https://twitter.com/r_zelyut