CANIMI SIKAN ŞEYLER

Başımıza bir de CAATSA çıkardılar

Açık söyleyeyim Türkiye'yi hiçbir iktidar bu duruma düşürmemişti.
Bugüne kadar Amerika olsun, bazı Avrupa ülkeleri olsun ya da kimi komşularımız olsun Türkiye ile ciddi sorunlar yaşayan ülkeler oldu.
Türkiye'ye yönelik tehdit ve şantajlar da yapıldı.
Ama bunların hiçbiri, hiçbir zaman tutmadı.
Türkiye hep dik durmayı başardı.
Bazı zamanlarda sıkıntı çekilse bile Türkiye'nin itibarı hep korundu.
Bu nedenle saygınlığımız hiç eksilmediği için uluslararası alanda Türkiye hep hak ettiği konumda durmasını bildi.
Ama şimdi durum farklı.
Yanlış politikalar, mesnetsiz hırslar ve yüksek kibir yüzünden yapılan hatalar sonucu, Türkiye dünya üzerindeki itibarını çok ciddi oranda yitirdi.
Eski saygınlığımız kalmadığı gibi, Yunanistan'ın bile “tehdit ve şantajına” maruz kalan bir ülke durumuna düştük.
Şimdi Amerika'nın ağır tehdidi altındayız.
Amerika hemen her konuda istediği her şeyi yapan iktidara karşı uzaktan parmak sallıyor ve “Dediğimi yap yoksa bedelini çok ağır ödersin” diyor.
Üstelik çok kötü olan tarafı ise her şeyin dünyanın gözü önünde yapılması.
Amerika bu tehditlerini diplomatik yollardan iletmekle kalmıyor, 200'e yakın ülkede çocukların bile kullandığı Twitter üzerinden yani milyarlarca insanın gözü önünde yapıyor.
Bu iktidar ise hiçbir şey yapamıyor buna karşı.
Şimdi başımıza bir de CAATSA çıkardılar.
Bunu daha önce de uygulamışlar aslında ama şimdiki kadar kabaca yapmadıkları için kamuoyu pek farkına varmamış.
Rahip Brunson'un iadesi gecikince de Amerikan Başkanı, “Bana bakın verin şu rahibi yoksa CAATSA'yı uygularım” demiş.
Onun üzerine rahip apar topar Amerika'ya gönderilmiş.
Ama şimdiki farklı.
Bu kez Amerika'nın tehdidi açıktan yapıldı.
“Şu S-400 sevdasından vazgeçmezseniz CAATSA'yı devreye sokarız” diye resmen açıklama yayınladılar.
Peki bu CAATSA da nedir?
Tam açılımı “Countering America's Adversaries Through Sanctions Act”miş.
Türkçesi şu; “Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası.”
Bu yasa daha çok yeni. İki yıl önce kabul edilmiş.
Bu yasa ile bugüne kadar İran, Rusya ve Kuzey Kore'ye yaptırımlar uygulanmış.
Şu sıralar İran'a yönelik hazırlıkların hukuksal temeli de bu yasaya dayanıyormuş.
Şimdi düşünebiliyor musunuz, NATO'da ortak olduğumuz bir ülke Türkiye'yi “hasım” hatta bazılarına göre “düşman” olarak tanımlayıp yaptırımlar uygulamayı düşünüyor.
Elbette bunu uygulaması ve sonuç alması mümkün değil.
Türkiye bugünkü iktidara rağmen o kadar da çaresiz kalmaz.
Ama burada can sıkan Türkiye'nin bu duruma düşürülmesidir.
Konu S-400'ler.
Denilebilir ki, “Amerika bize ne karışır? Türkiye kendi savunmasını nasıl yapacağına kendi karar verir.”
Doğru da ne yazık ki iktidarımız çok kararlı ve ilkeli değil ki.
Bir yandan “S-400'leri aldık, bu iş bitti” derken diğer taraftan da Amerika ile “müzakere masası” kuruyor.
Füzeler alınmışsa alınmıştır.
Amerika ile konuşulacak ne kalmış olabilir ki?
Durum böyle olunca da Amerika bütün terbiyesizliği ile Türkiye'ye parmak sallamayı ve “CAATSA'yı uygularım haa” diye tehdit etmeyi kendinde hak görebiliyor.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

İşporta tezgahında ilk imza günü

Nalan Türkeli'yi bu köşeyi sürekli okuyanlar mutlaka hatırlayacaktır.
Son kitabı “Dilli Don”u tanıtmıştım.
Nalan Türkeli bir işportacı.
Kimi zaman evinde yaptığı nohut- pilavı satıyor.
Kimi zaman sebze.
Kimi zaman da meyve süslüyor işporta tezgahını.
Yıllarca belediye zabıtaları ile köşe kapmaca oynamıştı.
Şimdi Ümraniye'de belli saatlerde izinli olarak satış yapabildiği bir meyve tezgahı var.
Eğitimi yok Nalan Türkeli'nin.
Ama yazmayı çok seviyor.
Yazıyor da yazıyor.
Son kitabı Dilli Don, seyyar satıcı bir kadın gözüyle hayatın gerçeklerini anlatıyor.
İşte o Nalan Türkeli yarın bir ilke imza atıyor.
Yarın bir imza günü var Nalan Türkeli'nin.
Sokakta, seyyar satış yaptığı arabanın başında imzalayacak son kitabı Dilli Don'u.
Muhtemelen diğer kitapları da olacaktır tezgahtaki meyvelerin üzerinde ve arzu edene onları da imzalar.
Saat 13.00 ile 15.00 arasında Ümraniye Sütçü İmam Caddesi Son Durak'ta bekliyor okurlarını.
“Pembe Evler'in yan tarafı, Ağaoğlu Pasajı'nın girişinin arka tarafı, A-101 açıldı yeni, işte tam orası” diye tarif ediyor yerini.
Eğer çok büyük bir aksilik çıkmazsa imza gününde ben de bir süre yanında olmak istiyorum.
Kitapseverleri, bu yürekli kadın yazara destek olmaları için imza gününe davet etmek istiyorum.

YENİ ÖĞRENDİM

Kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek şey, at yarışlarında hile olarak yapılıyormuş zaten

Hatırlarsınız Berk Bingöl adlı okurum Milli Piyango'nun Şans Topu çekilişlerinde bir kişinin aynı numaraları birden fazla kuponda oynayarak, başka kazananlara karşı avantajlı duruma geçmeye çalıştığını yazmıştı.
Ben de bunu “Şeytanın bile aklına gelmeyecek şey” diye sizlerle paylaşmıştım.
Ama bir başka okurum, bu köşenin müdavimlerinden Abdullah Cenkçiler, “Bu yöntem at yarışlarında yıllardır uygulanıyor” diyen bir mesaj göndermiş.
Şöyle diyor Cenkçiler; “Çok seyrek de olsa ahlakı zayıf jokey, at sahibi veya antrenör gibi kişiler ayarlanarak şike yapıldığı olur. Böylelikle hiç kazanma şansı olmayan at ya da atlar birinci olurlar. Tabii kimse bu atlara şans tanımadığı için kazanan olmaz ve şike yapanlar çok büyük parayı kazanma şansına ulaşır. Buna karşı beklenmedik bir sürpriz de olabilir. O da şu; on binlerce bahisçi içinde bir ya da birkaç kişi, tamamen şansa aynı atları yazabilir kupona. Bu durumda ikramiye ikiye üçe bölünür ve şikeyi yapanlar çok ciddi para kaybetmiş olurlar. Bu nedenle hile farklı şehir ve bayilerden değişik kombinasyonlarda ama sürpriz yapacak atları 8-10 farklı kupona yazarlar. Böylelikle şansa bilen biri olursa ikramiye ikiye değil örneğin ona bölünür ve şikeyi yapan ikramiyenin yarısını değil yüzde 90'ını kazanmış olur.”
At yarışına hiç gitmedim.
Altılı veya başka bir oyun nasıl oynanır bilmiyorum.
Kupon nasıl doldurulur bilmiyorum.
Kupona kaç at yazılırsa kaç lira ödenir onu da bilmiyorum.
Ama nadir de olsa şike yapıldığında nasıl bir yol izlendiğini hayretler içinde öğrenmiş oldum.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Cüppeli Ahmet Hoca aradı

Hiç aklıma gelmezdi, Cüppeli Ahmet Hoca'nın arayacağı ve konuşacağımız.
Konuyu hemen anlamışsınızdır.
Perşembe günü bu köşede yayımlanan yazımla ilgili tabii ki.
O yazımda Galatasaray'ın şampiyonluk kutlama törenlerinin organizasyonunu Cüppeli Ahmet Hoca'nın damadının şirketinin aldığını yazmıştım.
Cüppeli Ahmet Hoca “Vallahi de billahi de” dedi “Damadımın şirketiyle ne bir ilgim var ne de aldığı işlere bir katkım.”
Kızının üç yıl önce evlendiğini ancak bu süre içinde damadının hiçbir işine karışmadığını söyleyen Cüppeli Ahmet Hoca, “Onlar daha önce de Galatasaray'ın organizasyon işlerini almışlar zaten, başka takımların da işlerini görmüşler” dedi.
Ekrem İmamoğlu'nun seçilmesinden sonra henüz mazbata verilmemişken damadının bir belediye işi aldığını da söyleyen Cüppeli Ahmet Hoca, “Vallahi onu da medyadan öğrendim. Belediye ile tek kuruşluk işim yok, hatta laf aramızda gitsem, benim normal bir işimi hallederler mi onu bile bilmiyorum” diye konuştu.
Cüppeli Ahmet Hoca'ya “Adınız çok ünlü. Bu nedenle siz ve yakınlarınızla ilgili bir şey olduğunda doğal olarak haber oluyor. Bu belki de kaçınılmaz” dedim.
Cevaben, “Evet bunu kaçınılmaz olarak yaşıyoruz. Ama doğru olmayan iddialar karşısında çok zora giriyoruz. Sabahtan bu yana sosyal medya üzerinden nasıl saldırı altındayız biliyor musunuz?” karşılığını verdi.

https://twitter.com/can_atakli_