BAŞKA? ŞİMDİLİK BU KADAR…
“İnsan aklıyla koklar, aklıyla görür, aklıyla duyar” derler ya! Bu söze inanan biri olarak bu yazı günlerdir bozulup yeni baştan yazıldı, bazen gereksiz diye, bazen uzun diye, bazen uymaz diye, bazen günü geçti diye atıldı. Geriye kala kala bu kaldı üzgünüm…
Öncelikle şunun altını çizmeliyim ki; Önemli olan günü kurtarmak, algıyı yönetmek, gündemi sık sık değiştirmek, geleceği harcayarak ilerlemekse ciddi yol alınmış, başarı büyük ölçüde kazanılmıştır…
Örnek mi istersiniz o kadar çok ki; Yasaklanan kadın eylemleri, yürüyen madencilere baskı ve engelleme, nereye gittiği belli olmayan eğitim, önüne geçilemeyen beyin göçü, saç baş yolduran ekonomik kriz, açlık sınırını 2516 TL olarak açıklayan Türk-İş’e “ayda elime 500 TL bile geçmiyor” diyen milyonlar…
Devam edelim! Mansur Başkanın açıkladığı dudak uçuklatan harcamalar! Daha doğrusu çöpe atılan, toprağa gömülen milyar dolarlar! Halı altına süpürülen, gözden kaçırılan, hesabı sorulmayan, uçaklara, helikopterlere ve onların bakımlarına harcanan paralar…
Bu bölümü uzatmayalım! Geçmiş yönetimin başkente yaptırdığı; anlamsız ve acayip kent kapılarının, kedi- robot, futbolcu- keçi heykellerinin, ışıklı palmiyelerin, ithal ağaçların, kol saati figürlerinin, plastik dinozorların, özetle sokağa atılan 3 katrilyonu bulan yolsuzluk dosyasının hesabını kim verecek? Ya da kimlerden sorulacak? Veya sorulacak mı? Sorulabilir mi?
İç karartıcı, tatsız, sevimsiz, vahim tablolar, birbirine karışan ve beyin devrelerimizi yakan açıklamalar, gözlerden kaçan (kaçırılan mı demeliydim?) cömert ikramlar! Çok mu karıştı kafanız? Ya da çok mu karardı içiniz? Son sözümü baştan söyleyeyim. İzah etmek ve özet geçmek çok zor. Çünkü sorun çok derinlerde…
O halde biz yine sağlık ordusuna dair bir pencere açalım.
Korona salgınında ölüm oranı olarak Avrupa’da birinci, dünyada dördüncü ülke olduğumuzun altını çizelim. 8 dakikada bir yurttaşımızı koronadan yitirdiğimizi, 225 sağlıkçıyı kaybettiğimizi, 50 bin sağlıkçının enfekte olduğunu sağlık bakanına dayanarak yazalım. Bu arada unutmadan Sağlık Bakanı’nın; “Yoğun bakım yatak oranı olarak dünyada birinci sıradayız. Türkiye ile gurur duyun!” şeklindeki sözleriyle de gurur duyalım…
Sağlık ordusu ve hekimler meslekleri ve yeminleri gereği genelde gerçekçidirler ama bizim sağlık bakanı biraz romantik gibi! “Salgın konusunda bizim gibi sistemli mücadele eden başka ülke yok!” diyor! “DSÖ’nün (Dünya Sağlık Örgütü) bizi bu mücadelede dünyaya örnek gösterdiğini” söylüyor. İyi de; Ereğli Devlet Hastanesi doktorlarından Dr. Hatice Fidan; “Dün gece testimin pozitif çıktığını öğrendim. Meslektaşlarım bu işkenceyi çekmeye devam ederken, tedavim bitene kadar hastalarım gözümün önünde ölmeyecek, kalp masajlarını arasında ağlamayacağım” diyor…
Yoğun bakım hemşiresi E. Karayel; “Şu an hayatım hastaneden ibaret. Hastane ise ölümden! Yarım saat uyku ile iki gün ayakta kalabiliyorum, yüreğim bu ölümlere artık dayanmıyor” şeklinde açıklama yapıyor…
Antalya Kumluca Devlet Hastanesi Başhekimi Ayşegül Alkan başka bir hastaya bakmak için nöbet yerinden ayrılan hemşireye; “Ben salağım! Servisimden başka servise gittim” diye 500 kez yazma cezası veriyor…
Tüm bunlara bir açıklama gelir mi dersiniz? Çok zor! Çünkü ortam gergin ortalık toz duman. Kavgasız, gürültüsüz tehditsiz, hakaretsiz, tazminatsız gün yok gibi…
Hele de ekonomide, hukukta, en temel insan hak ve özgürlüklerinde, üniversitelerde, eğitimde, dış politikada kaynaklar çar çur edilirken, ortak konular farklı nedenler çerçevesinde değerlendirilir mi, değerlendirilirse sonra ne olur?
Yine sağlıkta ve geçim sıkıntısında tablo ağırlaşarak sürerken yüz güldürecek açıklamalar gelir mi? Bu sorulara yanıt ne yazık ki yok…
Ama Cumhuriyet Gazetesi çizeri Behiç Ak’tan yine, çok düşündüren ve acı acı gülümseten bir karikatür var! Kadın erkeğe soruyor; “Demek doktorunuz sağlığınız için, işinizi bırakmanızı önerdi. Ne iş yapıyorsunuz? Erkeğin cevabı; “Doktorum.”
Onlarca sayfalık yorumdan çok daha etkili değil mi?