BİR NEFER OLARAK...

30 yılı çoktan devirmiş bir gazeteciyim... Mesleğe Ankara'da adım attığımda, 17 yaşında bir lise öğrencisiydim... İdeallerim vardı, geleceğe dair büyük umutlar besliyordum.. Önce 12 Eylül, ardından karanlık yıllar, çapsız, işbirlikçi hükümetler umutlarımı, geleceğe bakış açımı tamamen değiştirdi, yıktı, attı...

Kendini halka adamış gencecik çocukların ortadan kaldırılışına, hapishanelere tıkılışına da, bilim insanlarının, yurdu için bir şeyler yapmak isteyen yetenekli siyasetçilerin linç edilişine de bire bir tanıklık ettim... O meşhur sorunun kafama takılması da işte o yıllara rastlar:

-Ne yapmalı?.

Haklı olduğumu gördüm

Bu iki sözcük, yaşamımın en değer biçtiğim sorusu oldu...

Büyük devrimci ve arkadaşlarının, vahşi emperyal efendilere, hilafetçilere, işbirlikçi uşaklara, dahası ölüme meydan okuyarak kazandıkları savaş ve kurdukları cumhuriyetin, yaptıkları devrimlerin önce 1940'ların dev çalkantıları arasında durağanlaştığının ve 1950'de iktidarın el değiştirmesinden yalnızca 30 yıl sonra, 12 Eylül karşı devrimiyle temellerinden sarsıldığının farkındaydım...

Bir gazeteci olarak sonraki yıllarda yakından izlediğim, tanık olduğum olaylar, bu yargımda ne kadar haklı olduğumu gösterdi bana... Türkiye, buz dağına çarpmış bir Titanik misali yavaş yavaş batıyordu... Ve millet, kafası kopartılmış bir tavuk misali, nereye gideceğini bilemeyerek çırpınıyordu... Ve dışardan dizayn edilen, beslenen dev propaganda makinesi marifetiyle, her defasında yine boynunu kopartan faillerin kucağına düşüyordu..

Diğer bir deyişle; Doğan Avcıoğlu'nun uzun yıllar önce işaret ettiği gibi "Türkiye'nin Düzeni", yani sistem yozlaşmış, gerilemiş, çöküyordu... Tabii ki böyle bir coğrafyada, "çöküş", ülkenin paramparça olması demekti...

1990'ların ikinci yarısından itibarense, senaryonun "çözülme" bölümü sahneye kondu. Her şey 2000'li yıllarda, daha da net bir şekilde 2023'de, Cumhuriyet'in 100. Yılından önce bitmesi üzerine kurgulanmıştı... Düğmeye basıldıktan sonra neler olduğunu hep birlikte yaşadık; Devlet tüm kurumlarıyla ele geçirildi ve çökertildi...

-Geçmişten gelen karşı devrim yapısı, 12 yılda ülkeyi ortaçağ düzenine döndürdü!..

Bir avuç kahraman dışında...

Bu ülkenin aydınlık, yurtsever güçlerine gelince...

Bir avuç kahraman dışında, büyük bir çoğunluk adeta paralize olmuş, donmuş bir şekilde, senaryonun sahneye koyuluşunu izledi, ne yazık ki... Hele 2002'den sonra adım adım bir "korku imparatorluğuna" ilerlerken, dinci faşizmi iliklerimize kadar hissederken, korktu... Ülkenin aydınlık, korkusuz yurtseverleri, kahramanları tutsak edilirken, hücrelere kapatılırken maalesef sessiz kaldı...

Sonuçta, nefes almamızın dahi kontrol edildiği, çocuklarımızın geleceğinin göz göre göre yok edildiği bir ortaçağ düzenine saplandığımız günlere ulaştık.

-Diriliş de işte tam bu günlere denk geldi!..

Maalesef "geç refleksiyle" ünlü bu asil millet, "yeter!" diyerek ayağa kalktı... Bu sistemin iflas ettiği, cumhuriyetin yeniden inşasının gerektiği haykırılmaya, milyonlar meydanlara akmaya başladı.. Bu ayağa kalkışın birikeceği ve toplanacağı mecra ise bellidir:

-Halk devrimi!..

Ben, bu asil milletin bir ferdi olarak, üstüme düşeni yapmak, "ne yapmalı?" sorusuna gereken yanıtı vermek üzere bir adım öne çıktım... İşçi Partisi'nin yiğit önderlerinin desteği ile Şişli Belediye Başkanlığı'na aday olarak bir meşale yaktım... Tam da düşündüğüm gibi, Şişli halkından büyük ilgi ve destek gördüğümü belirtmeliyim...

-Şişli'nin aydınlık, yurtsever halkına yürekten teşekkür ediyorum...

Bu bir adımdır ve arkası gelecektir... Kağıt üzerinde Türkiye'yi parçalara ayırmaya, insanları bin yıllık yurtlarından sürmeye yeltenenlerin gereken yanıtı almalarına çok da fazla bir süre kalmamıştır...

Dün, Aydınlık gazetesinin birinci sayfasında yer alan binlerce meşaleye bir kez daha bakın... O meşaleler, yakın geleceğin nasıl aydınlık olduğunu, nasıl ışıklı bir yolda yürüdüğümüzü gösteriyor...O meşaleler, Aydınlanma devriminin tamamlanacağının müjdecisidir!..

-Bir nefer olarak, o aydınlık yolda yürümenin gururu bile yeter...