BİR ASIR ÖNCE HALK OLDUK!
Tarih 30 mart 1919…
Mustafa Kemal’in Samsun’a hareket etmesine henüz 47 gün vardı… İstanbul’un gayriresmi işgalinden beri İngilizlerin himayesine girmek için her yolu deneyen Padişah Vahdettin, o gün İngiltere’den resmen manda talebinde bulundu!..
Padişah adına Amiral Calthorpe’un ayağına kadar giden Osmanlı Sadrazamı Damat Ferit manda önerisini sundu. Neler mi vardı, Osmanlı’nın İngiltere’ye tamamen boyun eğdiğini anlatan bu aşağılık öneride?..
-İngiltere, sultanın egemenliğindeki Asya ve Avrupa topraklarından gerekli gördüğü yerleri, Osmanlı’nın yabancılara karşı bağımsızlığını korumak ve içeride huzurunu sağlamak aracıyla 15 yıl süreyle işgal edecektir.
-Ermenistan, İngiltere’nin isteğine göre bağımsız ya da özerk cumhuriyet olarak kurulacaktır.
-Karadeniz ve Çanakkale boğazlarındaki bütün tahkimat yıkılacak ve bu bölgeler İngilizler tarafından işgal edilecektir.
-İngilizler bir dostluk belirtisi olarak Osmanlı başkanlıklarına İngiliz müsteşarlar atanmasına rıza gösterecektir.
-Her ilde bir İngiliz başkonsolosu bulunacaktır. Bunlar valilere 15 yıl süreyle danışmanlık yapacak, parlamento seçimleri ve yerel seçimler bu konsolosların gözetimi altında yapılacaktır.
-İngiltere gerek merkezde gerekse illerde maliyeyi kontrol hakkına sahiptir.
Bu sefil manda önerisiyle Padişah sözde kendi tahtını garanti altına alıyor, karşılığında koca memleketi içindeki insanlarla birlikte emperyalizme peşkeş çekiyordu!.. Damat Ferit, aynı öneriyi, Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra, 8 Eylül 1919’da bir kez daha tekrarlayacaktı!..
İngilizler ise Osmanlı’nın tamamen bittiğini, yapabilecek hiçbir şeyinin olmadığını bildiği için görmezden gelecek, bunun yerine aynı kıratta bir başka “ölüm fermanı” olan Sevr Antlaşması’nı dayatacaktı…
–Ne kadar yanıldıklarını görmeleri için yaklaşık 4 koca yıl geçecekti!..
Büyük zafer ve halkın egemenliği
Kurtuluş Savaşı, fiili olarak İzmir’in kurtuluşu ve ardından 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması ile sona ermiş, 24 temmuz 1923 tarihinde ise Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla resmen bitmişti… O alçakça “manda önerileri” ve Sevr Antlaşması ise tarihin çöplüğüne yollanmıştı…
Ancak bu antlaşma o kadar kolay sağlanamamıştı. Türkiye, başta İstanbul olmak üzere işgal altındaydı. İstanbul’da Padişah hükümeti, Ankara’da ise TBMM hükümeti vardı. Bundan yararlanmak isteyen yabancı güçler, her iki hükümeti de barış masasına davet ederek Türkiye’nin elini zayıflatmaya çalışıyor, Sevr’in daha yumuşak bir halini kabul ettirme kurnazlığına başvuruyorlardı… Mustafa Kemal, her şeyin farkındaydı. Bu iki başlılığın derhal ortadan kaldırılması gerekiyordu…
Yakın arkadaşları tarafından Meclis’e “saltanatın kaldırılması” için verilen önerge ile büyük tartışmalar başladı. Saltanat taraftarları, önergeyi engellemek için her yolu deniyorlardı. Büyük Devrimci, sonuca gitmek için başka bir çare bulamayınca söz istedi ve önündeki sıranın üzerine çıkarak açık, kesin ve yüksek bir sesle şu konuşmayı yaptı:
–Efendiler, egemenliği hiç kimse, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla vermez. Egemenlik, güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Milleti’nin egemenliğine el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Milleti bu saldırganlara, “artık yeter” diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor. Bu bir olup bittidir. Söz konusu olan, millete egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız sorunu değildir. Sorun, olmuş bitmiş bir gerçeği yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir. Bu, ne olursa olsun yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktır; ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir!..
Bu konuşmanın ardından Ankara Milletvekili Hoca Mustafa Efendi, Gazi’ye hitaben şöyle diyecekti:
–Bağışlayınız efendim; biz sorunu başka bakımdan ele almıştık. Açıklamalarınızdan aydınlandık.
Aynı gün, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması oybirliği ile kabul edildi, ve Osmanlı Devleti tarihe karıştı.
–Türk Milleti yüzyıllar sonra kul olmaktan, özgür ve bağımsız bir halk olmaya doğru dev bir adım atmıştı. Sırada Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması vardı!..
Haysiyetsiz bir kaçışın utandırıcı hikayesi!..
Ankara’da yapılan devrim, İstanbul’da bomba tesiri yapmıştı…
Altı yüzyıllık Osmanlı, bir yasa maddesiyle sona erivermişti. Vahdettin daha 4 yıl önce milletinin hayatını insafına terk ettiği İngiltere’den bu kez kendi hayatı için yardım dilenecek, onun kollarına sığınacaktı!..
İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı’na, İngiliz Yüksek Komiseri’ne aracılar gönderdi; kendisinin, ailesinin ve maiyetinin hayatlarının teminat altına alınmasını istedi. İngilizler açısından hiç sorun yoktu; Vahdettin’in Türkiye’ye karşı iyi bir koz olacağı düşüncesi ağır basıyordu. Gericilerin yere göğe koyamadığı soysuz padişah, ailesi ve yakın yardımcıları 17 Kasım 1922 gecesi Malaya zırhlısına bindirilerek Malta’ya kaçırıldı..
Mustafa Kemal, bu rezil kaçışı öğrendiğinde şöyle diyecekti:
–Gerçekten, neden ve nasıl olursa olsun, Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi milleti içinde tehlikede görebilecek kertede aşağılık bir yaratığın bir dakika bile olsa, bir milletin başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır!..
Aradan 100 yıl geçtikten sonra halkını sürü kendisini çoban olarak gören Vahdettin’den “kahraman” yaratmak isteyenlere ithaf olunur…
Bilsinler ki, bu asil millet bir asır sonra önümüzdeki en hayati seçimde, dosta düşmana “millet” olmanın ne demek olduğunu göstermeye hazırlanıyor…
https://twitter.com/umit_zileli